Güçler ayrılılığı prensibini kabul eden yönetim anlayışlarının son zamanlarda dördüncü güç olarak kabul ettikleri basın’ın bu sorumluluğunu yerine getirirken dikkat edeceği hususlar bulunmaktadır.

1952 tarihinde Uluslararası Basın Enstitüsü’nün ilkeleri Türkiye tarafından da kabul edilince TGC Hak ve sorumluluk bildirgesi diye bir bildirge yayımladı. Bu metin 24 Temmuz 1960 tarihinde imzalanmıştır.Basın ahlak yasası olarak da belirtilen belgenin bazı maddeleri şöyledir;

Gazetecilik mesleği, kişisel yarar için ve kamu zararına kullanılamaz.

Ahlaka aykırı ve müstehcen yayın yapılamaz.

Şeref ve haysiyetlere karşı haksız yayın yapılamaz,

kişi ve kurumlar aleyhinde iftirada bulunulamaz.

Din istismar edilemez.

Haberler doğruluğuna emin olunmadan yazılamaz.

Taraf tutan fikirler haber metninde verilemez.

Yayınlanmamak kaydıyla verilen bilgiler yayınlanamaz.

Yanlış yayınlar dolayısıyla gönderilen tekzipler en kısa zamanda yayınlanır.

Daha sonra yapılan çalışmalarda etik ilkeler;

Doğruluk,

Tarafsızlık,

Bağımsızlık,

Haber kaynakları ile ilişkiler,

İsimsiz kaynakların kullanımı,

Haber hırsızlığı,

Görsel malzeme kullanımı,

Özel hayat, ayrımcılık,

Nefret söylemi,

Aldatma ve çıkar çatışması gibi ana başlıklarda değerlendirildi ve buna uyulması gerektiği belirtildi.

Bu çerçevede ülkemizde basın yayın organlarına baktığımızda basın meslek ilkelerinin yerle bir edildiği örneklerle sık sık karşılaştığımızı belirtmek gerekiyor.

Basının temel görevi okuyucularına güvenilir doğru haberler sunmaktır. Yapılan yorumlar ve değerlendirmelerle de toplumsal refah ve huzur konusunda yol göstericiliği yapmak, uyarılarda bulunmak ve halkı doğru olarak bilgilendirmektir.

Basın ve yayın organları her ne kadar bir eğilimin veya fikrin tarafı iseler de bunu haberlerini yönlendirerek yapamazlar. Yaptıklarından etik değerlere ters döşerler ve basın özelliklerini kaybetmeye mahkum olurlar.

Ancak son zamanlarda bazı basın organlarımızın partilerden daha partici, ideoloji savunucularından daha ideolojik, savaş tamtamcılarından daha savaşçı, işgalcilerden daha işgalci yayınlar yapmaktadırlar. Ülke içinde ve dışında yaptıkları yayınlar ve yayımlarla nefret ve dışlama metotlarını fazlası ile kullanmaktadırlar. Bu basın organlarımız takip edenler adeta savaşa hazırlatılmaktadırlar.

Politikacıdan daha fazla politikacı

Yöneticiden daha fazla yönetici

Stratejistlerden daha fazla stratejici

Askerlerden daha fazla savaşçı

İmamlardan daha fazla dinci bir anlayışla hareket edip okurlarını yanlış düşünmeye yönlendirmektedirler. Bu da yılların emeği ile kazanılmış olan etik değer ve güven meselesini tehlikeye düşürmektedir.

Her siyasal partinin bir sözcüsü ve genel merkezi bulunmaktadır. Bu partiler lüzum gördüklerinde bu sözcüleri aracılığı ile basına açıklamada bulunmakta ve kamuoyunu aydınlatmaya çalışmaktadırlar. Ancak görünen o ki politikacı leb demeden yandaş medyaları bir torba leblebinin tüketim merkezlerini bile belirleyip sunabilmektedirler. Bu tutum yanlış bir tutumdur. Yol gösterici yorumlarda bulunmak normaldir ancak haber verirken temel ilkelerden şaşmamak gerekiyor. Yoksa yaptığınız iş basın organı işi olmaz. Başka alanda görev yapmaya niyetliyseniz o zaman basındaki kaleminizi bırakın ya savaş cephesine ya da politik partilere girin ve orada fikirlerinizi sürdürün.

Basının dili kavgacı değil barışın dili olmalıdır. Basın dışlayan, millitçiliğe dayanan, düşman üreten, dini istismar eden bir dil yerine barışı ön plana alan, çözüme yönelik yayın yapan, birlikte yaşamı öneren bir dil kullanmalıdır. Nefret kokan bir dil ile barış ve birlikteliği savunmak mümkün mü? İşte bu yüzden basın organları kullandıkları dile dikkat etmek zorundadır. Çünkü gün gelir o dili kullanmak için epey uğraşmak gerekecektir.