28 Ekimde yapılan bakanlar kurulu toplantısından sonra açıklama yapan hükümet sözcüsü  ve Başbakan yardımcısı Bülent Arınç çözüm sürecine ilişkin olarak yaptığı açıklamada; “Çözüm sürecine Mecbur ve mahkûm değiliz” dedi. Ardından da ekledi; “Çözüm süreci çökerse herkesi altında kalır!” Tabi buna herkesin dâhil olduğunu vurgulamayı da unutmadı.
Son dönemde yaşanan gelişmeleri ardı ardına sıraladığımızda olağan bir dönemden geçmediğimizi görmemiz gerekiyor. Gerek karşılıklı restleşmeler olsun gerek yapılan lokal eylemler ve bu eylemler sonucunda ortaya çıkan sonuçlar olsun iç açıcı değil.  Lakin bu duruma rağmen çözüm sürecinin ne kadar önemli olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekiyor.
Bilindiği üzere 30 yıllık bir çatışma döneminden sonra varabildiğimiz nokta Kürt sorununu çözümü noktasında doğru muhatabın bulunması ve çözüm konusunda diyalogun başlamasıdır.4000 köyümüz yakılıp yıkıldıktan,17 bin faili meçhul cinayet işlendikten,3 milyona yakın insanımız güç ettikten , 10 binden fazla insanımız cezaevine düştükten sonra ve en acısı da 40 bin insanımız yaşamını yitirdikten sonra geldiğimiz yer çözüm sürecinin başlamasıdır.
Savaşın acı tablosunu ortadan kaldırma uğruna acısı olan bütün yurttaşlar başkaları da aynı acıları yaşamasınlar diye bağırlarına taş basıp çözümden yana tavır sergilediler ki bu en olgun ve uygun yoldur. Bu tabloya rağmen barışı öngörenlerin, bu konuda siyasal adımlar atanların işlerinin kolay olmadığını başından beri herkes biliyor. Çünkü otuz yıllık savaş koşullarında kendilerine göre bir konumlandırma gerçekleştirenlerin ortaya çıkacak yeni durumda konum kaybına uğrayacakları açık. Bu da etkinliklerinin yok olması demek. Gerek içerden gerek dışarıdan Türkiye’de Kürtlerin devlet ile barışmasını istemeyen, devletin Kürtleri kabul etmesini istemeyenlerin sayısı az değil. Gerçeklerle yüzleşip hataların tekrarını önleme yerine hatayı sürdürüp yanlışta diretenler bunu açık yapamadıkları zaman türlü türlü oyunlara başvuracaklardır. Bu süreçte provokasyonlar da olacak, sabotajlar da. Bu süreçte olumsuzluklar da olacak dalaşmalar da. Ancak şu gerçek unutulmamalıdır ki barış istemeyenler hiçbir zaman bunu açık bir şekilde ifade edemeyeceklerdir!
Son günlerde içerde yaşanan olaylar ve çevremizdeki Kürt bölgelerinde gelişen savaş koşulları karşısında izlenen politikaların geleneksel politikalarla örtüşmemesinden kaynaklı bazı olumsuzluklar başta siyasi çevreler olmak üzere geniş bir kesimi etkilemekte ve bu durum söylemlerin sertleşmesine neden olmaktadır. Hükümet içinde hümanist kişiliği ile tanıdığımız Bülent Arınç bile sert sözler kullanmakta ve bazı mesajlar vermeye çalışmaktadır. Bu sözlerin iyi tahlil edilmesinde fayda bulunmaktadır.
Çözüm sürecinde yol haritası olarak tabir edilen adımlar atılmaya başlandığına göre ve diyaloglar sürdüğüne göre her konuya dolandırıp bu alanda ortaya çıkarmaya bu alana yüklenmeye gerek var mı diye düşünmekte fayda var. Bu ülkede yaşayan insanların ve bu ülkenin geleceğini düşünen hiç kimse ülkenin çatışma ve savaş ortamına girmesini istemez ki bunun başında da hükümet gelir. Çünkü çatışma yaşayan komşu ülkelerdeki durum gözler önünde. Suriye ve Irakta yaşananlar yeterince ders çıkarılması gereken konular.
Bu nedenle etrafta olup bitenlere bakıp ambarı ateşe vermeye gerek yok. Sanırım bölgemizde süren çatışmalar ve verilen can kayıpları yeterince acı yaşanmasına neden oluyor. Buna biraz daha acı katmak fayda değil zarar getirir. Bu nedenle bizler Türkiye halkları olarak toplumsal barış anlamına gelen çözüm sürecine hem mahkûm hem de mecburuz. Ancak bu mahkûmluk ve bu mecburiyet başka bir tarafa istediği gibi hareket etme yetkisi ve hakkı doğurmaz. Zaman zaman görüşmelerde tıkanıklıklar dahi yaşanabilir, gecikmeler olabilir bu durum her ortaya çıktığında silaha başvurmak kanımızca tasvip edilmez. Buna mukabil süreç devam ederken ve muhataplar bilinirken devletin güvenlik birimlerinin hiçbir sorun yokmuş ve normal bir asayiş işi yürütüyormuş gibi tavır alması da normal değil. Savaşmasını bilenler sorun çözümleninceye kadar barış içinde yaşamayı da bilmek zorundadırlar. Unutmamak gerekiyor ki çözüm süreci bir teslimiyet süreci olmadığı gibi bir tehdit sürecide değildir. Bu yüzden tarafların işin ciddiyeti ve toplumsal tepkileri de dikkate alarak hareket etmelerinde fayda görmekteyiz.
Evet, bizler barışa mecbur ve mahkûmuz ancak bu durum insanlık ve kardeşlik için gerekli ve zorunlu bir durumdur. Kardeşlik ve insanlık için zorunluluk var diye sınırları son noktaya kadar zorlamak da bir mecburiyet değildir. Hükümeti iyi anlamak gerekiyor ve desteklemek gerekiyor. Hükümetin de bu durumun farkında olarak işleri oyalamadan, lafları gevelemeden gerekli adımları atması gerekiyor.  Yurttaş olarak muhataplardan restleşerek değil konuşarak ve anlaşarak sürecin yürütülmesini istiyoruz. Bu kadar net