Cumhuriyet tarihine bir göz attığımızda demokrasinin gelişimi için atılan adımların çok zorlu süreçlerden geçtiğini görürüz. Tek parti döneminden çok partili siyasal zemine geçilmesi için yapılan denemeler ne yazık ki yaklaşık olarak onar yıllık aralıklarla yapılan askeri müdahaleler neticesinde başarısız kaldığı görülmektedir. Son askeri darbe Kenan evren başkanlığında yapılan 12 Eylül 1980 darbesi oldu. Bundan sonra yapılması düşünülen darbe süreçlerinin gerçekleştirilemediğini biliyoruz.
Ancak her ne kadar 1980 darbesinden sonra 1984 tarihinde gidilen seçimlerden sonra demokrasiye dönüş çabaları gösterilmiş ise de 1982 anayasasından kaynaklı olarak cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan darbeci zat nedeniyle süreç sancılı geçmiştir. Anavatan hükümetleri döneminde atılan adımlar Türkiye’yi farklı alanlara taşıma gayreti göstermiş ise de özellikle bölgemizde yürütülen sıkıyönetim, Olağanüstü hal yasası ve benzeri uygulamalar 2002 yılına kadar sürmüştür.
Eğri oturup doğru yazmak gerekiyor. Türkiye’de gerek Anavatan hükümetleri ve gerekse AKP hükümetleri zamanında demokrasinin ilerlemesi ve ekonominin güçlenmesi anlamında oldukça önemli adımlar atıldı. Evet, belki bölgemizde süren Kürt sorunundan kaynaklı çatışmalar nedeniyle bölge bu konuda hak ettiği konuma gelemedi ama bir şey yapılmadı demek de haksızlık olacaktır.
Siyaset alanında sağ kulvarda ve muhafazakâr demokrat veya liberal demokrat adlandırılmalar kullanılsa da sonuçta sağcı politikalar izleyen adı geçen hükümetler döneminde öne çıkan iki argüman oldukça önemli. Birincisi ekonomik başarı ikincisi ise insan hakları ve demokrasi alanındaki ilerlemeler.
Adalet ve Kalkınma partisinin Türkiye’de birinci parti olmasını sağlayan en önemli etmenlerden birisi şüphesiz bu partinin uyguladığı sosyal projeler, susturulmuş kitlelere yönelik hoşgörü politikası, askeri vesayet dahil katı devlet politikalarına ve statükoya karşı çıkışıdır. Türkiyenin temel yapısal problemlerini çözmeye yönelik adımlar atmaya çalışan, kaynakları yatırım için kullanan AKP hükümetleri girdiği seçimlerde birinci parti olarak çıkmayı başardı. Türkiye’deki her iki seçmeden birinin oyunu alan bu siyasal parti muhafazakâr ve Kürt seçmeden aldığı oylar sayesinde Türkiyenin her tarafından destek buldu.
Son olarak yapılan operasyonlar sayesinde askeri vesayeti ortadan kaldıran bir tavır sergileyen AKP insan hakları konusunda yaptığı yasal düzenlemelerle de demokrasinin işleyişi konusunda önemli adımlar atıldı. Sıkıyönetim ve OHAL zamanında çıkarılan yasaları süreç içerisinde değiştirirken de demokrasi vurgusu yaptı ve hiçbir vesayeti tanımayacaklarını ifade ettiler. Yani tam bir asker ve polis devleti görünümündeki devleti alıp demokratikleştirmek için epey yol kaydettiler. Bunda Kürt siyasal hareketinin yaklaşımları da etkili oldu. Son olarak başlatılan çözüm süreci ile Türkiye’de ölümlerin olmaması sayesinde de önemli rahatlamalar ve ilerlemeler oldu.
Ancak son bir ay içerisinde yaşanan gelişmeler bizleri endişelendiren bir hal almaya başladı. Bir yandan çözüm sürecinin önünü kesmeye çalışan girişimler, bir yandan etrafımızdaki ateş çemberinin etkisi ile meydana gelen olaylar, yapılan provokasyonlar ve hükümetin devlet otoritesi adına demokratik adımlar yerine geriye dönüş sinyaller veren çalışmaları.
Hükümetten gelen açıklamalar üzerine daha evvel “iktidara ne oluyor” diye bir yazı yazmış ve dikkatleri bu yöne çekmeye çalışmıştık. Çünkü yapılan açıklamalar çözüm diline hizmet eden bir anlayış içermiyordu. Çözüm sürecine yönelik provokasyon çalışmalarının her zaman olabileceğine yönelik uyarılar da yaptık yapıldı. Nitekim Kobaniye yönelik yapılan protesto eylemlerinin geldiği düzey bu tür olaylarda gerekli hassasiyet gösterilmediğinde işin ucunun nerelere kadar varacağını da gösterdi. Bingöl’de emniyet müdürüne yapılan silahlı saldırıda iki polisin yaşamını yitirmesi ve ardından Genç ilçesi köprüsünde yapılan tarama ile 4 kişinin yaşamını yitirmesi olaylarının birer provokasyon olduğu çok net olarak görülüyor. Bu olaylara bakılarak hükümetin oluşan toplumsal hissiyatı da arkasına alarak hemen yasal değişikliklere yönelmesi kamu düzeninin sağlanması adına otoriter devlet anlayışına yönelmesi doğru bir refleks olarak görülemez.
Eğer yaşanan bu olaylarda bir otorite eksikliği ve zaaf yaşanmış ise bu yasaların yetersizliğinden değil yetkililerin yetkilerini, güvenlik güçlerinin ise tecrübelerini zamanında kullanmamasından kaynaklanmıştır. Başbakan Bingöl olayında haber alındığını ancak mevzuat nedeniyle izin alınmadığını söyledi. Böylesi bir durumda zamanında müdahale etmek Genç köprüsünde dört yurttaşın yaşamının sona ermesine neden olan müdahaleden daha fazla mı risk taşıyacaktı!
Kaldı ki ortaya çıkan olaylar toplum tarafından tasvip edilmediğinden gelen uyarı ile birden kesildi. Hükümet yapmayı düşündüğü yasal değişikliklerle istediği kadar kabul etmesin ama güvenlik güçlerinin müdahale yetkisini artırarak demokrasinin gerilemesine neden olmakta ve geri adım atmaktadır. Çünkü Türkiye pratiği kanuni düzenlemelerin nasıl kullanıldığını çok iyi örneklerle gösteren örneklerle doludur. Birilerinin durumdan vazife çıkaracağını ve bu dertten hükümetin de muzdarip olacağını hatırlatmakla yazımızı bitirelim. Devlet otoritesi pek ala demokrasiden taviz verilmeden, yargının güvencesinde insan haklarına saygı gösterilerek de sağlanabilir.