Son günlerde Diyarbakır’da özellikle Ekoloji konusunda duyarlı olan çevrelerin Hevsel Bahçelerinin de içinde bulunduğu Dicle vadisindeki yeşil kıyımına karşı sergiledikleri karşı çıkış eylemleri dikkat çekmeye başladı.
Ekolojik duyarlılık aynı zamanda tarihsel değerlere, yaşama ve doğaya olan duyarlılığı ifade eder. Saygın bir duyarlılıktır ve korunmasında fayda bulunmaktadır. Lakin her haklı mücadele olduğu gibi hak olan mücadeleyi ortaya koyarken haksızlığa yol açmayacak şekilde davranmanın gerekli olduğunu da hatırlatalım.
Hevsel bahçelerinin de bulunduğu alan Çevre ve şehircilik bakanlığı tarafından yapı rezerv alanı olarak kabul edilmiş. Dicle Üniversitesinin binlerce dönümlük arazisi boş ve buğday üretiminde kullanılırken Dicle vadisinin yapı rezerv alanı olarak belirlenmesi ilginç bir karar.
Buna karşı Mezopotamya Ekoloji hareketi bir açıklamada bulundu. Açıklamanın özeti şöyle; “Dicle Nehri üzerinde DSİ tarafından planlanan 3 adet HES projesi bulunmaktadır. Bu HES’ler ile Dicle vadisinde bulunan Hevsel Bahçeleri’nin bir kısmı sular altında kalacak, diğer alanlardaki tarım alanlarının sulanması kısıtlanacaktır ve biyo çeşitlilik yok edilecektir. HES’lerin yapımına karar verilirken kadim Dicle Nehri, sadece küçük ve isimsiz bir dere olarak tanımlanmaktadır. Tanımama ve yok etme üzerine kurulan bu politikaları kınıyor ve meşru mücadelemize aralıksız devam edeceğimizi belirtiyoruz.
Diyarbakır surları ve Dicle vadisi, tarihi Diyarbakır kalesi ve Hevsel bahçeleri kültürel peyzaj alanı olarak UNESCO kültürel mirasına adaydır. Yapılan bu müdahaleler bu süreci tehdit etmektedir. Ayını zamanda bu müdahale Türkiye’nin taraf olduğu uluslar arası RAMSAR(sulak alanların korunması) sözleşmesine de aykırıdır. Tüm bunlara rağmen Hevsel’e müdahalede ısrarcı olunması, kültürel ve doğal yapılara açıkça düşmanlığı göstermektedir….”
Doğal yapının korunması konusunda son zamanlarda şehir merkezli eylemliliklerin ortaya konulması önemli bir adım. Gezi olayları sırasında ortaya konan tavırların sonucu ortada. Gezi- Gaz- Gazi şeklinde devam eden süreç ne yazık ki yayılarak ölümlere de neden oldu. Bu tecrübelerden faydalanmak gerekiyor ki bir daha aynı sonuçlar ortaya çıkmasın.
Kaldık ki orman ve su işleri bakanlığı bir ormandaki bir ağacın bile yanarak kül olmaması için milyonlarca lira harcarken çevre ve şehircilik bakanlığın gördüğü her yerde ağaç keserek bina dikme ve betonlaştırma politikası çelişkili bir politikadır.
BÖLGEMİZİN TARİH VE DOĞA MİRASINI YOK ETMEYİN
Yıllardır bölgemizde doğa ve tarihsel değerler değişik isimler adı altında yok edilmektedir. Evliya çelebinin seyahatnamesini okuyanlar bilirler. Diyarbakır’dan Bitlis’e giderken balta girmemiş ormanlardan bahsetmekte ve sincapların daldan dala atlayarak yere hiç basmadan Bitlis’e kadar gidebileceklerini aktarmaktadır. Şimdi aynı güzergahı takip edin, tek bir ağaç bulamazsınız. Dicle vadisi üzerinde son zamanlarda yapılan çalışmalarla da buradaki zenginlik yok edilmek isteniyor. HES yapacağız adı altında tarih ve doğa tahribatına neden olunuyor. Oysa hem HES yapmak hem de bu alanları korumak mümkün. Hasankeyf’te yapılmaya çalışılan şimdi HEVSEL’de yapılmaya çalışılıyor.
Bu politikaların yanlış ve kışkırtıcı politikalar olduğunu belirtelim. Yapılması gereken dere kenarında kalan üç beş ağacı da beton yığınlarına ve sermayenin beton binalarına teslim etmek değil buraları koruyarak daha geniş yeşil alanlar yaratmaktır. Bölgenin tarihi değerlerini ve doğal güzelliklerini sular altında bırakarak insanların yüreklerindeki yangını söndüremezsiniz. İyisi yüreklere sur serpmeye çalışmaktır, yürekler yerine doğa ve tarihe yönelmek eksik ve yanlış kalıyor.
Son dönemde bölgenin insanı gitti, tarihi gitti, doğası gitti. Bu gidişlere dur denilmezse bu yürek yangınında korkarım kalan şeyler de gider…