Türkiye’de kadına şiddet gündemleri işgal etmeye devam ettiği ve bir türlü kadının şiddetten kurtarılamadığı bugünlerde kadına şiddeti, kadın sorunlarına duyarlı ve bu alanda çalışmaları da olan Sosyolog Eş Başkan Gülüstan Akel ile sorunu enine boyuna konuştuk.
 

Akel’in kadın ve kadına şiddet konusunda önemli tespitleri var. Kürt kadınının çifte sömürü altında olduğuna yönelik çarpıcı söylemlerde bulunan Akel, “Kadınlar bir yandan sistemin oluşturduğu ilişki düzeneği içinde bir yabancılaşmayı yaşarken, diğer yandan bölgemizin geri koşulları arasında nefes alamaz duruma getirilmiştir. Yani bölgemizde kadın, yaşamında baskı ve sömürüyü en derinde yaşamaktadır” diyor ve ilginizi çekecek önemli bazı tespitlerde bulunduğunu düşünüyorum.

Görünen o ki, bütün söylemlere karşın, Türkiye’de kadına şiddet durmayacak ve bizler durum ve tespitler yapmaya devam edeceğiz. Gülüstan Akel ile yaptığım bu söyleşinin bu sorunun çözümüne bir nebze de olsa katkıda bulunmasını diliyorum.

Bölgemizde sıklıkla gördüğünüz kadın sorunları nelerdir?

Kadına yönelik baskı ve sömürü her ne kadar her yerde aynı olmasa da belli ölçüde evrensel bir nitelik taşımaktadır. Kadınlar tarihsel süreç içinde ve hala ataerkil sistem içinde toplumsallaşarak, eğitimden yoksun bırakılmakta, ekonomik, sosyal ve kültürel olarak erkeğe bağımlı kılınmaktadır. Binlerce yıldır süren ve kadını ikincileştiren ataerkil sistem bütün toplumun derinlerine işlemiş durumdadır.

Dolayısıyla…

Coğrafyamızda Kürt kadının yaşadığı sorunlar ile Karadeniz’de, Hindistan veya Afrika’da yaşayan kadınların sorunu arasında genel olarak bir fark yoktur. Ancak dünyanın her yerinde kadınlar benzer baskılara maruz kalsalar bile kadınlar arasındaki, sınıfsal, ırksal, etnik, sosyo-ekonomik vb. farklılıkların kendi aralarında eşitsizlik yarattığını da kabul etmemiz gerekir.

Peki, yaşanan bu eşitsizliği bölgemize indirgeyecek olursak…

Diyebiliriz ki, Kürt kadını ‘çifte sömürü’ altındadır. Kadınlar bir yandan sistemin oluşturduğu ilişki düzeneği içinde bir yabancılaşmayı yaşarken, diğer yandan bölgemizin geri koşulları arasında nefes alamaz duruma getirilmiştir. Yani bölgemizde kadın, yaşamında baskı ve sömürüyü en derinde yaşamaktadır, dilsiz, düşüncesiz, iradesiz bir cins haline getirilmiştir. Aynı zamanda altından kalkamayacak kadar sömürü, dayanılması çok zor geçim sorunları ve siyasal, sosyal baskının bileşimi, kadında insanlık adına her şeyi tüketmektedir.

Bir sosyolog gözüyle kadına yönelik şiddetin sebeplerini nasıl okuyorsunuz?

Kadına yönelik şiddet toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin bir türüdür. Kadına yönelik şiddet, toplumda egemen ve bağımlı gruplar olarak kadın ve erkek arasında var olan baskıcı ataerkil ilişkileri yansıtan davranış örneğidir. Kadına yönelik şiddetin sürekliliği ile ataerkil kültür arasında sıkı sıkıya bir bağ vardır. Bu kültürde kadın nesneleştirilmiştir. Kadına yönelik şiddetin en önemli nedeni toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayanmaktadır.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliği de ataerkil ideolojiden mi kaynaklanıyor?

Evet. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği ataerkil ideolojiyle ilgilidir. Dikkat edilirse toplumsal yapıyı ataerkil kültür belirlemektedir. Ayrıcalığını sürdürmek için güç kullanımı, ataerkil toplumlarda erkek davranışının başlıca özelliğidir. Ataerkil toplumda kadına yönelik şiddet meşrulaştırılmıştır. Kadına yönelik şiddet sadece davranışta değil, edebiyat, film ve diğer medya araçlarıyla günlük yaşamın normal ve olağan bir seyriymiş gibi yayılmaktadır. Şiddet kadınları kontrol altında tutmak için kullanılan başlıca vasıtadır. Kadına yönelik şiddetle sosyal yapılar oluşturulmakta, kadının bağımlığı ve ataerkilliğin kurumlaşması sağlanmaktadır. Tarihsel olarak da günümüzde de erkekliğin egemenliği kadına yönelik şiddetin başlıca nedenidir.

Kadına yönelik şiddet sadece fiziksel midir?

Kadına yönelik şiddet denilince, genellikle akla fiziksel şiddet gelmektedir. Ancak fiziksel şiddet kadına yönelik şiddetin sadece bir biçimidir. Diğer yandan psikolojik, cinsel, ekonomik ve sosyo-kültürel şiddet de vardır. Ve bunlar günlük yaşamda her an karşılaştığımız türleridir, evde sokakta veya iş yerinde her an yaşadığı şiddet şekilleridir.

Örnekleyecek olursak…

Mesela, bir kadının kazandığı paraya eşinin ya da evde başka bir erkeğin el koyması veya çalışmıyorsa-/çalıştırılmıyorsa ev içi emeğini hiçe sayarak ihtiyaçlarını karşılamaması ekonomik şiddettir. Bir erkeğin eşine ‘karı’ demesi sosyal bir şiddeti yansıtmaktadır. Özellikle psikolojik şiddet en sistematik ve en ağır şiddet olarak tanımlanabilir. Aşağılama, iradesini tanımama, yok sayma, benliğine saldırma v.b şiddet davranışlarını yaşamayan neredeyse kadın yoktur. Ama fiziksel şiddet dışında kadının her tarafı ve herkesi tolere ve idare etmesi bekleniyor ne yazık ki. Bunlara karşı çıktığında da büyük bir toplumsal baskı yaşıyor. Çoğu zaman bu baskıdan dolayı mücadele edemiyor, pes edebiliyor. Ailesi, toplum ve devlet yeterli destek kanalları açamadığı için ne yazık ki bu şiddetin sonuçları ağır olmaktadır.

Peki, bir erke neden şiddet uygular?

Erkeklerin, kadına yönelik şiddetini iktidar ve eşitsizlik ilişkisi bağlamında ele almak gerekir. Erkekler fiziksel güçleri yanında sosyal, siyasal ve ekonomik kaynaklara fazlasıyla hâkimdir. Kadınlar ise bu kurumsal araçlardan yoksundurlar. Bu nedenle kadın ve erkeğin eşitsiz ilişkisi söz konusudur. Bu eşitsizlik erkek şiddetini olanaklı kılmaktadır. Erkek şiddetini olanaklı kılan diğer bir olgu ise kadınların sindirilerek, ikincilleştirilerek, dışlanarak, ayrımcılığa tabi tutularak topyekûn itaatinin toplum ve devlet tarafından sağlanmasıdır. Ayrıca erkeklere toplumsal görev olarak yüklenen namusun korunması, aile reisliğine dayalı evlilik ve aile, militarizmin savaşçı-kahraman erkek miti gibi toplumsal ve siyasal pratikler şiddeti erkeklerin yaşamında normal ve gerekli bir araç olarak gösterir.

Yani erkek şiddeti toplumsal bir inşa süreci midir?

Tabi ki. Bu toplumsal inşa daha çocuklar doğar doğmaz inşa edilmektedir. Kız çocuklara bebek, salıncak vb. oyuncaklar alınırken, erkek çocuklara silah ve şiddet içerikli oyuncaklar alınmaktadır. Erkek şiddeti tek tek bireylerin arzu ve istekleri ya da psikolojik bozuklukları nedeniyle sistemleşmiyor. Devletin egemenlik iddiası, güvenlik, eğitim, spor ve zevk adına gerekli, kaçınılmaz ve meşru gören, göz yuman, seyreden toplumsal kurumlar sayesinde inşa edilmekte ve sürdürülmektedir.

Kadın korktukça daha çok mu şiddet görüyor ne dersiniz?

Kadına yönelik şiddetle ilgili çeşitli değerlendirmeler var. Bunlardan en yaygını kadın isterse şiddete son verebileceği ve eğitimli kadın şiddete uğruyorsa neden katlandığına yöneliktir. Yine kadın korktukça şiddetin arttığına yönelik söylemler var. Dolayısıyla kadına yönelik şiddeti, korku, statü, eğitim durumu gibi olgularla değerlendiremeyiz. Kadına yönelik eril şiddetin tarihsel kökleri var. Beş bin yıldır toplum bu eril-iktidarcı kültürle sömürülmekte ve baskı altına alınmaktadır. Günümüzde kadınlara yönelik erkek şiddetinin devam etmesinin çok değişik nedenleri var.

Mesela?

Öğrenilmiş çaresizlik denilen bir olgu var. Şiddete uğrayan kadının kendini çaresiz hissetmesi, şiddete uğradığını reddetmesi ve gizlemesi, hatta kendini suçlu görmesi söz konusudur. Burada şiddete uğrayan kadın, şiddetten kaçma yolu bulamayacağına dair güçlü bir inanç taşımaktadır. Bir bakıma kader deyip boyun eğmektedir. Ayrıca yine kadının erkeğe bağımlı olma durumundan kaynaklı şiddetin devam etmesi var. Bu nedenle erkek şiddetini kadının salt korkmasıyla bağlantılandırmak gerçekçi değildir. Şiddetin devam etmesinin temel nedeni toplumun erkek egemen kodları, devletin erkeği koruyan şiddeti meşru gören zihniyeti ve yasalarıdır.

Peki, kurumsal açıdan nasıl mücadele edeceksiniz?

Biz, kadın özgürlükçü bir anlayışla, kadınların kendi öz kurumlarını inşa edebileceklerine inanıyoruz. Bunun için kadınlar, ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, sanatsal, sportif vb. yaşamın her alanında örgütlenerek kadın meclisleri, kadın birlik ve dayanışma merkezleri, kadın kooperatiflerini kurarak gerçek kurumlaşmalarını sağlayabilir. Mesela; Kadın emeği insafsızca sömürülmekte, gizlenmekte ve yok sayılmaktadır. Ekonomik alanda kadın emeğinin görünür kılınabilmesi ve emeğinin örgütlenmesi önündeki tüm engellerin kaldırılması gerekir.

Kadın emeğini görünür kılmak için ne yapılmalı?

Yerel yönetim olarak biz bu konuda oldukça iddialıyız. Kadın kooperatifçiliğiyle, kadınların başta mevsimlik işçilik olmak üzere yaşadıkları sorunlara yönelik kalıcı ve sürdürülebilir politikalar oluşturacağız. Üretim atölyeleri oluşturarak, alternatif üretim alanlarını geliştirmek önemlidir. Kadınlara yönelik akademik, kültürel, sosyal ve sanatsal eğitim programlarını yaygınlaştıracağız. Bu çerçevede kadın kütüphaneleri ve kadın kültür-sanat mekânlarını hedefliyoruz. Kadını bu yaşamda ben de varım diyecek önce duygu ve inanca, sonra büyük bir yaşam ideasına dönüştürecek süreçleri kadının öz örgütlülüğü ile başaracağız inancını taşıyorum.

Bir de kadına yönelik aile içi şiddet var, bunu nasıl okumalıyız?

Günümüzde erkek şiddetinin bildiğimiz en yaygın türü kadınlara yönelen ve çocukları da kapsayan ev/aile içi şiddettir. Aile içi şiddet evli olan veya boşanmış olan eşler arasında ve diğer aile bireylerine yönelik olarak meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddet olarak anlıyoruz. Aile içi şiddetin ‘aile reis’ine özgü bir ayrıcalık olduğu fikri toplumumuzda yaygındır. Erkeklerin aileyi geçindirip, ailenin namus ve şerefini korumak için kadınların yaşamını denetleme ve yasaklama otoritesine sahip olduğu düşüncesi kaçınılmaz olarak şiddeti meşru kılmaktadır. Erkek aile reisi olarak disiplin, namus, terbiye adı altında şiddet kullanmaya kendini yetkili görmektedir.

Peki, erkek ailesinin namus ve şerefini korumakla yükümlü değimli?

Herkes kadın olsun erkek olsun kendi beden, ruh bütünlüğünü korumak zorundadır. Eğer namus ve şerefi kaybetmenin nedeni bir saldırıya dayanıyorsa tabii ki savunma, birbirini koruma ve mücadele meşrudur. Ama bu gün her türlü değere saldırı olmasına rağmen namus ve şerefin tek nesnesi kadın olmuşsa sorundur. Bakın Ortadoğu’ya neler yaşıyor insanlık. İnsanıyla, doğasıyla, kültürü ile bir kıyımdan geçiyor. Ve ne yazı ki bu kıyımı yapanlar önce kadın ve çocukları yok ediyor. Yüzlerce kadın kaçırılıyor, satılıyor. Namus ve şeref yaşamak için sahip olduğumuz her şeydir. Toprağımız, suyumuz, çocuğumuz, eşimiz, ailemiz kapımızın önünde ağacımızdır.

Dinsel etkenlerin kadına uygulanan şiddete bir rolü var mıdır?

Toplumsal şartların ürünü olan dinlerin kadının bu günkü konumu üzerinde çok etkilidir. Her ne kadar dinlerin başlangıçları itibariyle kadına birçok hak vermelerine rağmen, daha sonra dinin iktidar ve devlet olgusu haline gelmesiyle, gerçek ve ahlaki özünden uzaklaştıkça kadın toplumsal alandan kovulmuştur. Oysa İslamiyet’in kendisi Arabistan çöllerinde cahiliyet devri diye anılan ve kız çocuklarının diri diri gömülmesine karşı güçlü bir duruş sergilemiş ve kadının yaşama katılımını sağlamıştır. Fakat daha sonra dinin devletleşmesi ve bir iktidar mekanizmasına çevrilmesi sonucu kadın neredeyse insan aklı ve ruhu taşımayan bir nesneye indirgenmiştir. Erkeğin kölesi ve malı olarak algılanmıştır. Bu anlayış kadın üzerindeki şiddeti meşrulaştırmaktadır. Birçok Arap ülkesinde hala kadınların sokağa çıkması, araba kullanması, bir işte çalışması yasaktır. Yine birçok ülkede kadınlar recim(taşlanma) edilerek öldürülmekte, sünnet edilmektedir.

IŞİD’in yayınladığı bildiri bunun bir örneği mi?

Evet öyle. En son yayınladıkları bildiride de ‘Kürt kadınlarına sahip olmayı kendilerine helal’ getirmekte ve tecavüzü meşrulaştırmaktadır. Bu anlayışın gerçek dinle hiç bir alakası yoktur. Herhalde vicdanlı hiçbir mümin IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) çetelerinin bu vahşi davranışının dinle bağlantısını kuramaz. Çünkü bunlar hakikat manifestosu olan dine de zarar veriyor. Tüm bunlar gösteriyor ki, dinlerin gerçek özünde olmamasına rağmen eril iktidarın devamı için kadına her türlü kötülük reva görülerek düzenin devam etmesini sağlamaktadır.

Sizce, sivil kuruluşlar ve yerel yönetimler şiddete uğrayan kadınlara hangi hizmeti sunmalılar?

Kadına yönelik şiddettin önlenmesinde sivil toplum örgütlerinin rolü büyüktür. Sivil toplum örgütleri ve kadın hareketleri şiddete uğrayan ve mağdur edilen kadınla dayanışma içinde olması gerekir. Biz yerel yönetimde kadına yönelik şiddetle mücadelede yeni adımlar atacağız.

Ne yapacaksınız mesela?

Batmanda hiçbir kadının kamusal ve toplumsal alanda şiddete maruz kalmadığı kadın katliamlarının durdurulduğu bir yaşamın çabası içinde olacağız. Kadına dair özgün çalışmalar ve toplumsal duyarlılığı güçlendirecek ve şiddete dur diyecek çalışmalar yürüteceğiz. Belediyemiz bünyesinde kadın acil destek hattını kurarak uzmanlardan oluşan bir ekiple kadınlara danışmalık desteğini sunacağız. SELİS kadın danışma merkezi bu alanda daha verimli çalışacak. Belediyemiz bütçe hazırlarken toplumsal cinsiyete duyarlı bütçe hazırlayacak. Ayrıca kadın politikalarını belirleyen bir birim kuracağız.

Toplumsal cinsiyete dayalı bütçe’den kasıt nedir?

Toplumsal cinsiyete dayalı bütçe ile kadınların yerel yönetim hizmetlerinden tam ve eşit bir şekilde yararlanması gerektiğini ifade ediyoruz. Kadınların eğitim, sağlık, ekonomi, kültür, sosyal, kent hizmetleri gibi yerel yönetimin sunduğu tüm hizmetlerden eşit düzeyde yararlanabilmeleri için kadın eşitlik planlamasını yapacağız. Buda kadın toplumsal cinsiyete duyarlı bütçe esasına uygun çalışma ile mümkündür. Planlama ve bütçelendirme faaliyetleri kadınların durumunu iyileştirmeye ve toplumsal cinsiyet eşitliğini teşvik edeceğine kanaat getiriyoruz.

Bu bütçe ne için kullanılacak ve buna kimler karar verecek?

Belediyemiz bu bütçeyi tamamıyla kadınların özgün çalışmaları ve kadına yönelik yapılacak hizmetler için kullanacak. Bu bütçenin kullanım şekli kadın meclisi, kadın dernekleri ile birlikte planlanıp uygulanacak. Yani kadın meclisi, kararları alma ve uygulama süreçlerinde yer alacak. Ayrıca kadın meclisleri, kararların uygulama süreçlerini de denetleyecek.

Devlet şiddet gören kadına yeterli desteği verebiliyor mu sizce?

Günümüzde uluslararası sözleşmeler başta olmak üzere, kadına yönelik şiddet insan hakları ihlali olarak kabul edilmekte ve uluslar arası belgelerle belgelenmektedir. Bu belgelerle devletler kadına yönelik şiddeti önlemekten sorumlu olduklarını kabul etmektedirler. Fakat buna rağmen devlet üzerine düşeni yapmamaktadır.

Bu sonuca nasıl vardınız?

Bunu hukukun kadına yönelik şiddete yaklaşımında bariz bir şekilde görebiliyoruz. Devlet kadına yönelik şiddeti engelleme, şiddete uğrayanı koruma-destekleme ve şiddet uygulayanı yargılama-cezalandırma ile yükümlüdür. Ancak birçok kadın cinayeti devlet koruması altındayken gerçekleştiğini biliyoruz. Mesela; Güldünya Tören polise sığındığı halde kardeşleri tarafından katledildi. Yine boşandığı eşinden sürekli şiddet gören Ayşe Paşalı yetkili mahkemeden koruma talep etmesine rağmen korunmamış ve eski eşi tarafından bıçaklanarak öldürülmüştür. Böyle yüzlerce örnek var.

Yani bu durumda, hukuk kadına yönelik şiddeti meşrulaştırıyor mu?

Evet, ne yazık ki öyle. Kadına yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet hukuk kurallarıyla meşrulaştırılıyor. Kanun koyucular ataerkil ideolojiyi benimsedikleri için koydukları kurallarda bunun bir yansıması olmaktadır. Hukuk kurallarını uygulayan ve bunları yorumlayan hâkim, savcı ve polislerin ataerkil dünya görüşüne sahip olmaları doğrultusunda toplumsal cinsiyete dayalı şiddet hukuk tarafından pekiştirilerek kadın aleyhine yorumlanmaktadır. Kadına yönelik şiddete kayıtsız kalmanın ve gerekli desteği sunmamasının temel nedenlerinden biride budur.

Sohbetimizi toparlayacak olursak…

Yaşadığımız süreç büyük bir şiddet sarmalı. Özellikle Ortadoğu halkları açısından bir trajedi. Emperyal güçlerin yeni dizayn hedefleri kullandıkları maşalar insanlığın iyiyi yaratma ideasının üzerinde kapkara büyük bir lekedir. Herkes sessiz ve ruhsuz. Filistin de yaşanan katliama ses çıkarmak ne kadar doğruysa, Kürdistan’da yaşayan halklara, ölen binlerce cana seyirci kalmak o kadar şeytancadır. Kadına yönelik şiddeti konuşuyor olmak önemlidir. Nerde olursa olsun, hangi kültür ve hangi dinde olursa olsun, nedeni gerekçesi hangi yalan ve plan olursa olsun tek bir insan, kadına-erkeğe veyahut çocuklara kasteden her şiddeti kınıyor lanetliyorum.