Kuvvetler ayrılığı demokratik parlamenter sistemin temelini teşkil eder. Hem demokrasinin uygulanmasını hem çok partili sistemi garanti altına alan bir anlayışa sığınır ve uygular. Bu sistem işlerlik kazandığında yasama, yürütme ve yargı sistemleri birbirilerini kontrol eder bir hal alır ve memleketin selameti için daha denetimli bir uygulama sağlanır.
Türkiye cumhuriyeti devleti sadece yasamaya ve yürütmeye dayanan sistemleri de uygulamıştır. Tarihsel köken olarak bunun tecrübesine de sahiptir. Osmanlı döneminde padişah bütün güçleri elinde tutan merci olarak varlığını sürdürmüştür. Ancak bütün yetkilere rağmen sistem zaman içinde değişimlerden etkilenerek çökmüştür. Yine Cumhuriyetin kuruluş yıllarında ve 1960 sürecine geldiğimiz dönemde de yasama meclisinin hükümranlığını ve buna dayalı tek parti sisteminin uygulamalarını yaşayan bir devlet geleneğine ve geçmişine sahibiz.
On yılda yaşanan darbe uygulamaları ile demokrasimize verilen rot- balans ayarlarına rağmen kuvvetler ayrılığı meselesinde ilkesel olarak bir sorun yaşanmamıştır.
Son dönem AKP hükümetlerinin de en çok eleştirdikleri konulardan bir tanesi tek parti dönemindeki antidemokratik uygulamalardır. Yani iktidar tek parti yönetimlerini eleştirirken aslında gücün sadece yürütmede olmasına da karşı çıkmaktadır.
Hal böyle iken son dönem uygulamaları ve yasal düzenlemeleri bizi kuvvetler ayrılığı konusunda derin endişelere sevk etmektedir. Çünkü yeni uygulamalar yasama ve yargı karşısında yürütmeyi ön plana çıkarmakta ve dokunulmaz kılmaya götürmektedir. Yürütmenin artın gücü hem demokratik talepleri hem de halkı baskı altına almaya müsait bir düzenlemeye yönelmektedir. Bunun da insan Hakları ihlallerine neden olma olasılığı çok yüksektir. Bu nedenle son dönem yasal düzenlemeler ve uygulamalar insan hakları savunucusu kurum ve kuruluşlar tarafından endişe ile izlenmekte ve tepkiler dile getirilmektedir. HRW, Af örgütü gibi uluslar arası kurumlar ile İHD, Mazlum Der gibi ulusal kurumlar buna örnek gösterilebilir.
Hükümet üst üste kazandığı seçimlerin yasamada kendisine sağladığı parlamento üstünlüğüne de dayanarak yürütmeyi aşırı güçlü kılan kararlar almakta, denetimi altındaki kolluk güçlerinin yetkilerini çoğaltmakta, yargı ve diğer organların içişlerine ve özerkliklerine sınırlandırmalar getirmekte ve düzenlemeler yapmaktadır. Hatta Anayasa profesörlüğüne kadar gelmiş ve parlamentoya girmiş Burhan Kuzu gibi şahsiyetler dahi yasamanın yürütmenin emrinde olduğunu söyleyebilmekte ve yasamanın işlevsizleştiğini ima edebilmektedir. Oysa unutulmamalıdır ki 9 Temmuz 1961 tarihinde halkın %60,4’lük oyu ile kabul edilen anayasa ile yürütmenin diktatoryasına karşılık yasama organına yetkiler tanınmış ve ülkemizde kuvvetler ayrılığı prensibi kabul edilmiştir.  Bu anayasanın amacı ülkenin geleceğini daha sağlıklı temellere oturtmaktı. Yoksa yürütmenin egemenliğine dayanan sistem iyi olarak değerlendirilseydi padişahlık ve tek parti yönetimleri zaten uygulanmış sistemlerdi.1961 anayasası ile bu ülkede;Güçler ayrılığı sağlanmıştır. Yürütmenin dışında bağımsız yargı organları kurulmuştur. Yasamadan çıkan yasaların anayasaya uygunluğunu kontrol eden Anayasa Mahkemesi kurulmuştur. Yürütmenin, yönetimin tüm eylemleri, kararları anayasal bir kuruluş olan Danıştay denetimine verilmiştir. Yani TBMM egemenlik hakkını kullanan tek organ olmaktan çıkıp Anayasa'da sözü edilen yetkili organlardan biri olmuştur.Kişinin temel hak ve özgürlükleri Anayasa ile güvenceye alınmıştır.1961 Anayasası ile tam bir parlamenter sisteme geçilmiştir. Demokratik, sosyal ve hukuk devleti anlayışı gelmiştir:
1982 Anayasasında ise yasamanın yanında yürütmenin gücünün biraz daha dengelenmesi amacına yönelik düzenlemeler yapılmış olmasına rağmen kuvvetler ayrılığı ilkesi korunmuştur. Ancak sön dönemde yapılan anayasal ve yasal düzenlemeler ile bir yandan demokrasinin geliştirilmesine yönelik olarak özgürlüklerin artırılmasına yönelik adımlar atılırken diğer yandan bunun tersine uygulamaların da yürütüldüğüne tanıklık etmekteyiz. Kamu düzeninin korunması ve ülkenin bölünmez bütünlüğü gibi gerekçeler adı altında insanların hak ve özgürlüklerini sınırlandırabilecek olanaklar yaratan düzenlemeler nedeniyle devletin yaşama müdahale gücü artırılıyor. Yürütme güçlendiriliyor ve kolluk gücüne dayalı bir sistem devreye alınmaya çalışılıyor algısı hâkim bir uygulama ile karşı karşıyayız. Son çıkan iç güvenlik paketi uygulaması, yargı reformu adı altında yapılan düzenlemeler bu kanıyı güçlendiren gelişmelerdir.
Sonuç olarak meydana gelen gelişmeleri ard arda koyduğumuzda hükümetin bu düzenlemelerle kuvvetler ayrılığı ve kurumların özerkliği konusuna müdahalede bulunduğunu söylemek mümkün. İlkesel olarak bu ayrılıkların varlığı kabul edilse bile uygulamada bütün kuvvetler yürütmenin emrine ve müdahalesine açık hale getiriliyor ki bu içinde tehlike barındırıyor. Yürütmenin bu gücü bize hükümetin de çok eleştirdiği tek parti dönemine götürüyor. Çünkü çıkarılan yasalarda da, yapılan uygulamalarda da ortaklaşma yerine parlamentodaki çoğunluğun gücüne sığınılıyor ve bu tehlikelidir. Bütün bu uygulamalar soncunda velev ki bütün gücü elinize geçirdiniz ve fiili krallığınızı ilan ettiniz. Yine de çağdaş dünyanın uygulamaları ile ortaklaşmak zorunda değil misiniz? İnsanlarınızla ortaklaşma zorunda değil misiniz? Anti demokratik baraj sistemi ortadan kalkar ve parlamento siyasi parti liderinin emrinden özerkleşirse o zaman kuvvetler ayrılığı herkese lazım olmaz mı? Ülke daha sağlıklı kararlar alma konusunda daha rahat olmaz mı? Bizce kuvvetler ayrılığı önemli bir düzenlemedir ve bunu bütün unsurları ile ele geçirmeye çalışma doğru bir yaklaşım değildir. Bu durum yürütmeyi otoriterleştirir ve yanlışa sürükler.