Av. Murat Çiçek’in Star Açık Görüş’te
yayınlanan yazısı

 

 

Birçok suikast girişimine uğramasına rağmen Çözüm Süreci, ülke gündemindeki ve hükümet programındaki önceliğini yasal bir şekilde koruyor. Kangren olmuş haliyle ülkenin en önemli sorunu olan Kürt Sorunu’nda çözüm fikri; çok çeşitli görüşlere, tartışmalara ve polemiklere konu olsa da barındırdığı ortak gelecek perspektifi itibariyle hayati bir önem arz ediyor.

 

Ülkede hangi görüşten kime sorarsanız sorun çözüm fikrini destekleyen bir cevap alırsınız. Yine ikinci bir soru olarak Çözüm Süreci sizce zor ve provokasyona uğramaya müsait bir süreç midir? diye sorarsanız, yine eksiksiz bir şekilde “evet” cevabını duyarsınız. Tüm bu zorluk bilincine rağmen her olumsuz gelişmede taraflar ve ülkedeki politik aktörler arasındaki savrulmaların, provokasyonların, çözümü tartışmaya açacak polemik ve söylemlerin önüne nasıl geçileceği sorusu ise Türkiye’de izaha muhtaç, hayati bir sorudur.

 

6-7 Ekim ve sonrası

 

Türkiye 6-7 Ekim olaylarında Çözüm Süreci’ne kast eden ve öncekilerden çok farklı istisnai bir durumla karşılaştı. Yaşanan olayların birçok yerde benzeşmesi ve aynı anda gerçekleşmesi kuşkusuz ki önceden tasarlanmış provokasyonlara işaret ediyordu. Sözgelimi olayların yoğun olarak yaşandığı şehirlerin hepsinde cinayetler işlendi, hepsinde yağma yapıldı. Batman ve Diyarbakır’da silah dükkânları soyuldu. Yine hem Batman hem de Diyarbakır’da “yabancı gazetecilerin” peydah oldu. Ayrıca olayların yaşandığı yerlerde Hüda Par teşkilatlarına saldırılar gerçekleştirildi ve bu kesim sahaya çekilmek istendi.

 

Olayların ardından ülkedeki bütün siyasal aktörler provokasyon kuşkularını dile getirdiler. Kendi zaviyelerinden değerlendirdikleri ve kışkırtma olduğu konusunda hem fikir oldukları bu olaylarda siyasal aktörler yine karşılıklı olarak birbirlerini suçlamayı da ihmal etmediler.

 

Olaylarda tasarlanmış bir şekilde, uluslararası güçlerin de dahliyle provokatörler rol aldı. Gerçekleştirilen tüm eylemlerde çözüm süreci ve kamu düzeni hedef alındı. Kamu düzenini hedef almakta en büyük maksat kuşkusuz ki Çözüm Süreci’ni sabote etmekle birlikte nihai hedef olarak hükümeti devirmekti. Kamu düzeninin bozulması demek, en kısa tabiri ile vatandaşın olağan hayatına ara verip, ucu belirsiz bir tedirginliğe savrulması yani “kaos” demektir. Yine kamu düzeninin bozulduğu yerde ekonomik ve sosyal yaşamın olağan seyrinde ilerlemesi mümkün değildir. Böyle bir zemin kaosa uygundur ve kaos en başta yönetenleri, yani hükümeti devirir.

 

Böylesi vahim gelişmelerin ardından hükümetin bir tepki siyaseti olarak güvenlik paketine sarılması, PKK’nın ise Çözüm Süreci’nin sonlandığına yönelik tehditleri, bizleri makul üçüncü bir yol bulmayı düşünmeye sevk etmelidir. 

6-7 Ekim olaylarında provakatörlerin, ajanların rol alması, o olaylara katılan binlerce insanın tamamının provakatör olduğu sonucunu doğurmaz. Olaylara katılan ve tahrik olmaya, yönlendirilmeye hazır kitlelerin meseleye bakış açılarını anlamak ve çözümlemek gerekir. Yaşanan son olaylarda bölgede orta kesimden binlerce insanın sokağa döküldüğü gerçeğiyle karşılaştık. Yine başka bir boyutuyla Batman’da yağma edilen bir süper marketin kamera kayıtlarında yüzü kapalı kişiler olduğu gibi, elinde bir naneli şeker paketini açmış ve şeker yiyerek çıkan çocukların da olduğu gerçeği, günlük politik tartışmaların ötesinde bir analizi hak ediyor. Örneğin, 2014 yılının başından bugüne kadar Batman’da suça karışan çocuk sayısının 1100 gibi korkunç bir rakama ulaşması ve ardındaki sosyal, ekonomik, politik sebepler çözülmeye muhtaç bir konu olarak yine karşımızda duruyor.

 

Aslında tüm bu gerçekler karşısında Çözüm Süreci’nin salt bir çatışma çözümünden ibaret olmaması gerektiği fikri ile yüzleşmek gerekiyor. Elimizdeki verileri tüm çıplaklığı ile kavramazsak daha yolun başında, yani çatışma çözümünde tıkanmak kaçınılmaz olacaktır. Sorunların çok boyutlu karmaşık yapısı bir sıralamayı değil, topyekûn değişimi ve reform adımlarını birlikte atmayı gerektiriyor. Olası bir sıralama ve ön şartlar silsilesi demek, sürecin soğumaya bırakılması sonucunu doğurur ve soğuma, tepki ile birlikte akamet getirir. Ortadoğu’da ve Türkiye’nin çevresindeki ülkelerde yaşanan olaylar göz önüne alındığında Çözüm Süreci’nin bitmesi demek maalesef Türkiye’nin felaketlere sürüklenmesi demek olacaktır. Bu sebeple yeni 6-7 Ekim olaylarının ve benzerlerinin önüne geçmek için Çözüm Süreci’nde paradigma değişikliğine ihtiyaç var.

 

Nihai çözümün ön şartı

 

3 Ocak 2013 tarihinde kamuoyuna deklare edilen ve günümüze kadar yürüyen Çözüm Süreci mevcut yapısı ve gidişatı itibariyle aslında Kürt Sorununun çözümünden çok, çatışma çözümü konusuna odaklanmış durumda. Bir başka deyişle Çözüm Süreci aslında başlı başına Kürt Sorununu çözmeyi vaat etmiyor. Çözüm Süreci’nden murad edilen şey, silahları tarihe gömüp, siyasetin önünü açmaktır diyebiliriz. Bunun anlamı şudur; Türkiye’de kalıcı sükûnetin temini ile birlikte bölge siyaseten normalleşecek. Bu normalleşme kuşkusuz ki tüm Türkiye’yi sarıp sarmalayacak. Böylece Türkiye’de merkez-çevre ilişkisini restore edecek bir siyasal iklim inşa edilecektir.

Bu durum uzun vadede kuşkusuz ki makul ve barışçıl olanı işaret ediyor. Ancak gerek akil insanlar heyeti raporlarından gerekse de Çözüm Süreci’ne kafa yoran tüm çevrelerin görüşlerinden hareketle Kürt toplumunun uzun vadede bu sabrı gösterecek “zaman genişliğine” sahip olmadığını açıkça ifade etmek gerekir. Kürt Sorunu’na dair önümüzde çözülmesi gereken yığınla mesele var. Kısa, orta ve uzun vadeli olmak üzere çözüme kavuşturulması gereken bu meselelerin ertelenmesi veya çatışma çözümünün sonucuna endekslenmesi, potansiyel 6-7 Ekim olaylarının tekrarına ve provokasyonlara davetiye çıkaracaktır. Bunun sonucu olarak yaşanacak gelişmeler; Kürtler ve Türkler için söz konusu olan “ortak gelecek” ve “ortak vatan” hedefini sabote etmeye matuf olacaktır.

 

6-7 Ekim olaylarında cinayetler işlenmesine ve yağma yapılmasına engel olacak hiçbir polis yetkisizliği yoktu. Dolayısıyla yeni 6-7 Ekim’lerin önüne geçilmesini “avukatların dosya incelemelerini kısıtlama, ya da kolluğun arama yetkilerini muğlâklaştırmak” ile sağlamak mümkün değildir. Özcesi; “asayişçi paradigma” eski Türkiye’ye ait bir çözüm modeli olacağı için; yürürlüğe geçmemelidir.

 

Bir tehlike olarak soğuma

 

Çözüm Süreci’nin en büyük handikabı Kürt Sorunu’nu derinleştiren ve çözümü aciliyet arz eden bazı adımların atılmasının çatışma çözümüne endekslenmesidir. Bu durum sorunun çözüleceğine dair Kürt toplumunda var olan inanç ve güvende zedelenme yarattığı gibi bir takım olumsuz PKK propagandalarının da etkisiyle sürece karşı soğuma ve tepkiselliği de beraberinde getiriyor.

 

Türkiye’nin mevcut anayasal düzeni ve henüz tam olarak dönüşmemiş sistemi itibariyle mevcut Çözüm Süreci’ne istinaden Kürtlerin haklarını kendiliğinden temin edeceği ve sürecin bu şekilde ilerleyeceği fikri aslında çok gerçekçi bir fikir değil. Bir başka deyişle demokratikleşmesini ve dönüşümünü henüz kâmil manada sağlayamamış olan bu devlet, kendiliğinden hiçbir şey vermedi, vermeyecektir.

 

Öyleyse yapılması gereken şey nedir sorusunun karşılığı; çatışma çözümünün bir tarafı olan PKK’dan da bağımsız bir şekilde tüm Kürt toplumunu rahatlatacak demokratik adımların atılmasıdır. Bu adımların atılmaması, yani çözümün soğumada bekletilmesi, toplumda çözüme dair olan inancı zedeleyeceğinden, çözüm sürecinin suni bir şekilde yaratılan olumsuz “psikolojik blokajlarına” katkı sunmak olacaktır. Bu yüzden “soğuma” tutumu değil, belli yol haritaları ve takvimler doğrultusunda “ilerlemek” Çözüm Sürecinin sulha ermesi açısından elzemdir.

 

Akil insanlar heyetleri Türkiye genelinde ve bölgede çalmadık kapı, dinlemedik hiçbir çevre bırakmamıştır. Tüm bu görüşmeler kapsamında gerçekçi ve doyurucu raporlar hazırlanmıştır. Söz konusu raporlarda idari kararlar ve yasal değişikliklerle atılabilecek tüm adımlar, yine bölgedeki tüm çevrelerin görüşleri alınarak net bir şekilde hükümete sunulmuştur. Çatışma çözümü kuşkusuz ki çözümün ana damarı ve hayati noktasıdır. Ancak bu çabalar devam ederken yine bu çabalardan bağımsız bir şekilde raporlardan hareketle atılacak adımlar, süreci sürekli bir şekilde sabote etmek isteyen güçlerin önünü kesecektir. 2015 seçimi sonrası ise anayasal reformlara girişilmesi artık kaçınılmaz bir hal almıştır. Kürt Sorunu’nda çözümü ucu belirsiz yarınlara havale etmeyi engelleyecek ve yeni 6-7 Ekim olaylarını önleyecek yöntem budur. Mevcut Ortadoğu karmaşası ve siyasal Kürt hareketinin gel-gitli siyaseti karşısında bu yöntem denenmeyi hak ediyor.

Editör: TE Bilişim