Güneydoğu’nun bir alınyazısıdır, ‘Barış ve Savaş’ tümceleri. Savaş hep bir barışı çağrıştırır ve savaşlarda en çok erkekler öldürülür diye bilinir ama en çok aslında annelerin yürekleri öldürülür. Onlar Güneydoğu’da 30 yılı aşkındır süren ve adı konulmamış bir savaşın, barış anneleri.
Atatürk Parkı’nda yürekleri hüzün kokan anneler, kendilerine ‘barış anneleri’ adını verdikleri sessiz bir eylem yapıyorlar. Yüreklerine gömdükleri, kendilerinin bir parçası gibi yaşayan çocuklarını, ölü ya da diri devletten bulunmasını istiyorlar. Bir mezarın dahi çok görüldüğü Barış annelerinin haklı veryansınlarını Bayram Gazetesinde acı bir bayram mesajı olarak sizlere iletmeye karar verdim. Ve Barış Annelerinin dilinden o haykırış, o hüzün terennümleri…


-OĞLUMU ÖLÜ, YA DA DİRİ İSTİYORUM-
Yaşını sorduğum Müfide Ağaye’nin acı terennümü, “Akşam ne yediğimi hatırlamıyorum, yaşımı nerden bileyim kızım. Öyle canım yanıyor ki, kaç yaş almışım bunu nasıl hesap edeyim. Keşke yaşlanıyor olmama sebep yıllar olsa” diyor ve devam ediyor;
“20 yıl önceydi, oğlumun askere gitmesine 20 gün kalmıştı. Bir sabah, ‘kız kardeşime gideceğim’ diye evden çıktı. O çıktıktan 20 dakika sonra ise eniştesi geldi. İsmail geldi mi diye sordum ‘Gelmedi’ deyince birden kalbim duracak gibi oldu, ‘gitti oğlum’ dedim. Ortalık öyle karışıktı ki, oğluma bir şey olacak diye zaten çok korkuyordum. Anne yüreği işte kalbime öyle damladı. O gün bugündür ondan hiçbir haber alamadım. Sonraları öğrendik ki, meğer o gün oğlum evden çıktığında birkaç kişi yolunu kesmiş, bir arabaya bindirmeye çalışmışlar, direnmiş ama başaramamış, bir ara elerinden kurtulur gibi olmuş fakat onu tekrar yakalamışlar, silah zoruyla arabaya atmışlar. Gri beyaz bir arabaymış. Olayı gören iki yaşlı adam vardı, onlar söylemişlerdi. Oğlum kimseyi öldürmedi ki düşmanı olsun. Kimsenin namusuna da göz dikmedi, dağa gitmemiş gerillaya da katılmamış. Geriye bir tek devlet kalıyor. O zamanlar devlet çok kişiyi götürdü. Kayıp binlerce genç var. Oğlum hem gazeteciydi hem de Kürt’tü. Kürt olmak bile zaten başlı başına sorundu. O yüzden diyorum devlet götürdü. Ölü ya da diri oğlumu devletten istiyorum. Ölmüş ise kemiklerini istiyorum. Oğlumun kaybıyla Devlet düşmanımız oldu, çünkü oğlumu götürenler devletin emriyle götürdüler. Ayhan Çarkın televizyonlarda onlarca insanı öldürdüğünü itiraf etti zaten. Onu neden bıraktıklarını da anlamış değiliz. Bari çocuklarımızın kemikleri nerede bize onu söyleseydi, öyle bırakılsaydı. Evlat acısı çok zor be kızım. Ne gecem var, ne gündüzüm. Bir umut işte, her Cumartesi günü ölüm hariç mutlaka Barış Annelerinin içinde yerimi alıyor ve sesimi duyurmaya çalışıyorum. Ömrüm yettiğince de oğlumu aramaya devam edeceğim. Ne asker annesi, ne polis, ne gerilla annesi artık ağlamasın. Yeter artık kan dökülmesin”


-OĞLUM 22 SENEDİR ORTADA YOK-
Zübeyde Göze 52 yaşında gözü yaşlı bir anne. 22 senedir oğlunu arıyor. Ölü mü, diri mi bilmiyor. Umutla bekliyor. Devlet baskısından bir zamanlar oğlunu aramaya bile korkuyormuş, gözyaşlarını dahi gizli gizli dökmüş. Bakışları donuk ve devamlı mahzun bir hali var. Ağlayanla ağlayan bir anne… Peki, Zübeyde Göze’yi ‘Cumartesi annesi’ yapan nedir kendisinden dinleyelim;
“52 yaşındayım barış için buradayım. Kalan çocuklarımızın gitmemesi ve yok olmaması içindir bütün çabam. Oğlum, 93 yılında Kurtalan’da lise son sınıf okuyordu. Çok çalışkan bir öğrenciydi. Doktor olmak istiyordu. Sınava girdi ama sen Kürt’sün olmaz dediler. O da kızdı Turgut Özal’ın rahmet ettiği zamanlardı. Bir gün eve geldi ‘Turgut Özal’ı zehirlemişler’ dedi. Nerden biliyorsun zehirlediklerini dedim, ‘okuyoruz anne bunları. Okullarda başımıza ne getirdiklerini de biliyoruz. Okumak istesek de bizi okutmayacaklar. Bu haksızlığı bize neden yapıyorlar. Neden haklarımızı vermiyorlar. Ben bu haksızlıkları artık kaldıramıyorum’ dedi. ‘Oğlum otur yerine sen mi değiştireceksin bu düzeni’ dedim ama lafımı dinletemedim. Sonra ne oldu, kim aklını çeldi bilmiyorum, gitti dağa. Oğlum kızgınlığından gitti. Bir süre sonra bize ‘dağdayım beni aramayın’ diye bir haber geldi ve sonraları bir daha haber alamadık. Bir dönem çocuklarımızı arayamıyorduk bile. Onları aradığımızda karakol evi basıyordu, “getirin oğlunuzu, nerde olduğunu biliyorsunuz, onu panzere bağlayacağız deyip duruyorlardı.” Karakolun korkusundan oğlumuzu dahi arayamıyorduk. Korkudan evden çıkamıyor, gözyaşı bile dökemiyorduk. Oğlumu her aramaya kalktığımızda karakol evi basıyor beni ve eşimi karakola götürüyorlardı. Babası oğlunun kederinden öldü. O zamandan beri ciğerim yanıyor. Bundan iki ay önce bize bir haber geldi, meğer 97 de şehit düşmüş. Ve sanki devlet bilmiyormuş gibi 22 senedir ortada olmayan oğluma her seçim zamanında oy kullanması için bir de yazı gönderir. Bu canımı acıtıyor.”


-AĞBEYİMİ ÇETELER KAÇIRDI-
Soyadını vermek istemeyen Halime 58 yaşında. Şu an üniversite okuyan çocukları var, soyadını yazarsak çocuklarının kızmasından ya da onlara bir zarar gelmesinden çekiniyor. Halime’nin öyküsü diğerlerinkinden farksız;
“Barış annelerinde yer alıyor olmamın nedeni ağabeyim. 94’ün Haziran’ından beri ağabeyim orta yok. Onu çeteler götürdü ve o çeteler bunu devletin ağzıyla yaptı. 45 yaşındaydı, 5 çoğu vardı. Çocukları yetim kaldı. 11 sefer hacca gitmişti, çok temiz bir Müslümandı. Bazı çeteler yolunu kesiyor, para istiyorlardı. Bu nedenle iki sene Batmandan uzaklaştı fakat çocuklarının hasretine dayanamadı geri döndü, ne olacaksa olsun dedi. Geldikten bir hafta sonraydı onu evden aldılar, ‘vermen gereken bir ifaden var, onu ver sonra eve dönersin’ dediler. O gün bugündür yok, ölümü dirimi hiçbir haber alamadık. Başbakan Erdoğan’dan isteğim burayı Suriye veya Irak gibi yapmasın. Türkiye hepimize yeter. Biraz da Kürt anneleri için ağlasın. Ciğeri yanan biz annelere yansınlar. Türkiye gibi bir devlet dünyada yok. Burası hepimize yeter. Biz barış istiyoruz. Barış için kimin elinden ne geliyorsa Allah rızası için yapsın.”


-EŞİM CEZAEVİNDE İŞKENCEDEN ÖLDÜ-
Taybet Keleş, Hangi dinden, hangi ırktan olursanız olun, sevdiğiniz birini kaybettiğinizde aynı dili konuşursunuz diyor ve acı sözlerine şöyle devam ediyor;
“10 çocuğum var. 5 kız, 5 erkek. 17 yıl Devlet eşimi tutukladı. 3 yıl Batman cezaevinde kaldı. O zaman kucağımdaki çocuğum iki aylıktı. Sonra buradan götürdüler. Eşim Diyarbakır cezaevinde işkenceden öldü. 55 yaşındaydı. 24 gün boyunca cenazesi bize verilmedi cenazesini eve getirdiğimizde kokudan durulmuyordu. Cenaze evden götürüldükten sonra bile kokusu çıkmıyordu. Benim ricam bu milletin kanına sahip çıkmasıdır. Bu kanın yerde kalmamasıdır. Çok kayıp var, hapislerde çok hasta var. Kayıplar bulunsun. Hasta tutuklular bırakılsın. Biz hastamızı göremedik, bari başkaları aynı acıyı yaşamasın. Gençler dağa gitmesin ve artık ölmesin. Çektiğimiz acılardan elimiz ayağımız tutmaz oldu. Annelerin yüreği yanmasın artık. Ne asker annesi, ne polis annesi, ne de gerilla annesi de artık ağlamasın. Bütün anneler elini uzatsın ve barış gelsin. Benim çocuğum 4 aylıktı babası öldüğünde başka çocuklar yetim kalmasın. Herkes barışa destek versin. Bütün dünyaya barış annelerinin selamlarını gönderiyorum.”


-BEYAZ MEKAP GİYDİ DİYE POLİS DÖVÜYORDU-
Elif’te Halime gibi soy ismini vermek istemeyenlerden. Onun öyküsünde de acı ve hüzün var. ‘Konuşmaya korkuyoruz aslında’ diye söze başladı ve bakalım devamında neler var;
“Bundan bir sene öncesine kadar bile biraz konuşacak olsak hemen ifademiz alınırdı. Hala aynı korkuyu yaşıyoruz. Acımızı bile haykıramıyoruz. Konuştuklarımızdan dolayı yakınlarımız zarar görebilirler diye çekiniyoruz. Ama biz çekindikçe de derdimize derman bulamıyoruz. Benim ağabeyim devletin zulmünden dağa kaçtı, çok güçlü biriydi, tek başına bir devlete bakabilirdi. Ekmeğini taştan çıkarırdı fakat Ağabeyim beyaz mekap ayakkabı giyiyor diye devlet ona zulüm ediyordu. Devamlı polisler işyerini basıyor ve onu dövüyorlardı. ‘Sen beyaz mekap ayakkabı giyiyorsun, gündüz dükkândasın ama akşam eylemlere gidiyorsun’ diyorlardı. Ve bir gün altı yedi polis onu dükkânda dövdüler, ayakkabılarıyla onu eziyorlardı. O hali hiç aklımdan çıkmıyor. Annem, attı kendisini ağabeyimin üzerine, ‘Allah rızası için bırakın oğlumu, ne yaptı oğlum sizlere adam mı öldürdü ne istiyorsunuz ondan’ diye ağlamaya başladı. Söyledikleri hep aynıydı; ‘oğlun beyaz mekap ayakkabı giyiyor. Gündüz çalışıyor, gece eyleme gidiyor.’ Sadece bize değil çok insana zulüm ediliyordu. Hatırlıyorum; birinin soyadı da bizimkiyle aynıydı, oradan aklımda kalmış, onu da Esentepe’ye götürmüşler orada dövmüşlerdi, aralarından birisi ‘öldürelim’ demiş diğeri de ‘zaten öldü bırakalım’ demiş ve öylesine bırakmışlar. Bir süre sonra o da sürünerek evine gelmiş. Ağabeyim, işte bu gibi zulümlere dayanamadı ve 1995 de gitti dağa. Sırf beyaz mekap ayakkabı giyiyor diye. Oysa ağabeyim beyaz mekap giymeyi çok seviyordu, başka bir nedeni de yoktu. Gördüğü baskıdan dolayı gitti. 95’ten 98’e kadar ondan haber alabiliyorduk fakat 98’den bu yana hiç haber alamadık. 19 yıldır ortada yok. Ondan bir haber alabilmek için buradayım. Gençler zulme tahammül edemedikleri için dağa gidiyorlar. Başbakan elini yüreğine koysun ve düşünsün. Annesi öldüğünde nasıl ki gözyaşı döktüyse, biraz da Kürt anneleri için ağlasın. Bizim de gözlerimizden akan gözyaşıdır, bunu da görsünler. Kürdistan büyüktür hepimize yeter. Kürdistan dedelerimizin atalarımızın yeridir. Başbakan Erdoğan’dan isteğimiz hasta hükümlülerinin bırakılması, operasyonların yapılmamasıdır. Gerillaya, ‘gelin sizin için ne yapmam gerekiyorsa yapmaya hazırım’ desin ve onların elinden tutsun.”

-EN ÇOK ANNELER ÖLÜYOR-
Muhterem Ekinci,  70 yaşında. 22 senedir çocuklarının özlemiyle yanan bir anne. Kalbi buruk fakat ‘her şeye rağmen yine de umudum var’ diyor. ‘Benim 3 evladım dağa gitti’ diye konuşmaya başlayan gözü yaşlı anne şöyle devam ediyor;
“Benim birden fazla evladım var dağda. Hangisine yanayım bilmiyorum. Dağda şehit düşen gencecik oğluma mı, kızıma mı, askerliğini bitirdikten sonra dağa giden diğer oğluma mı? Hepsinin gençliği gitti. Ömrü bitti. Ve ben 22 senedir evlat acısı çekiyorum. 5 erkek 6 kız olmak üzere 11 çocuk doğurdum. İlk evladım yani Cemal’im 16 yaşındaydı dağa gittiğinde. Mersinde deniz kenarındaki işyerlerinden birinde çalışıyordu. Bir gün haber geldi. Cemal yaklaşık 15 gündür ortalıkta yoktu. Onun dağa olan meylini ve fikrini biliyordum ama yine de gitmez diye umut ediyordum. Çok aradık, denize yakın olmasından dolayı boğulmuş olmasından korkuyorduk. Üç ay sonra bize bir haber aldık, dağdaydı. Bir yanım sevindi, en azından nerede olduğunu biliyordum. Fakat bir yanım yıkıldı, onu görmek belki artık mümkün olmayacaktı. Ve öyle de oldu. Cemal’im gittikten iki sene sonra kızım da gitti dağa. Abisini çok aradı, uzun bir zaman haber alamadı. Meğer oğlum dağa gittikten iki sene sonra bir çatışmada ölmüş. Bunu 7-8 sene sonra öğrenebildik fakat ben hala inanmıyorum. Çünkü bir mezarı bile yok, nasıl inanayım. Kızım ise hala dağda, 19 sene oldu. Ardından Erkek kardeşim burada Sanat sokağında vuruldu. Derin karanlık güçler tarafından öldürüldü, failleri de bulunamadı. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi bundan 7 sene önce bir oğlum daha gitti dağa. Askerliğini bitireli iki yıl olmuştu. Siyasi bir davadan dolayı ona 20 sene ceza vereceklerdi. 20 sene hapis yatacağıma dağa giderim daha iyi dedi ve gitti. Ceza almasaydı dağa gitmeyecekti, çünkü öyle bir niyeti yoktu. Onun dağa gitmesine devlet sebep oldu. Çocuklarımın duvarda asılı fotoğraflarına her baktığımda neler yaşadığımı anlatmak çok zor. Ve ne acıdır ki, Kürt sorunu hala devam ediyor. Ben inanıyorum ki, ancak anaların yüreği ve gücü bu sorunu çözecek. Çünkü bu savaşta en çok anneler ölüyor. Aramızda birlik-beraberlik olursa barış da olur. Bunu herkes görsün artık. Biz Kürtleri ne zaman saymaya başlayacaklar. Bizi yok saydıkları sürece gençlerin dağa gitmesine ne biz anneler, ne de devlet engel olamayacak. Bu dava için ben yıllardır bedel ödüyorum, başka anneler ödemesin. Başbakan Erdoğan ‘Barış’ diyor ama ardından karakollar/kalekollar yaptırıyor. Peki, bu nasıl barış. Zindanlar hala dolu, hasta tutsaklar bırakılmıyor. Artık yeter.”
-KÜRT SORUNU ARTIK BİTSİN-
İHD Batman Şube Başkanı Av. Mehmet Bahadır, Kürt Meselesinin artık çözümlenmesi gerektiğine vurgu yaptı. Barış Anneleri’nin çadır kurma ve oturma etkinliğini desteklediklerini söyleyen Bahadır, Kürt sorunun çözümü için hükümetin başlatmış olduğu Barış sürecini değerlendirdi;
“Kürt Siyasal Hareketi,‘Barış Süreci’ adıyla kamuoyu tarafından bilinen ve kabul gören sürecin kendilerine yüklediği yükümlülükler gereği silahlı güçlerini çatışma bölgelerinden çekerek güçlerinin önemli bir bölümünü Kürdistan Federe Bölgesine nakletmiştir. Türk siyasal iktidarı ile Kürt Tarafı arasında görüşmeler dâhilinde aralarında ne taahhütlerde bulundukları bilinmese de, basına yansıdığı kadarıyla siyasal iktidarın üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmesi bir yana, güvenlik politikalarından olan yeni korucu kadrolarının açılması onlarca yüksek güvenlik merkezi olan karakol/kalekol yapımlarına başlanmış ve güvenlik amaçlı hidroelektrik barajların yapımını hızlandırmıştır. Gezi Parkı olaylarıyla başlayan ve bölgeye özellikle Diyarbakır Lice, Şırnak Bestler ve Kato Dağı ile Van Başkale ilçesinde devamını bulan sosyal olaylarla başlayan toplumsal gerginlik ve gerilimler başlamıştır. Sürecin mevcut haliyle devam edemeyeceğini gören siyasal iktidarın yükümlülüklerinden olsa; KCK tutuklularını tahliye etmeye başlamış ve en son devam ettiğini düşündüğümüz müzekkereleri yürütenlerin elini güçlendirmek ve aynı şekilde müzekkereleri hukuki bir formata kavuşturmak üzere ‘Müzakere Yasası’nı çıkartmıştır. Kalıcı bir barışın sağlanması adına devam eden görüşme ile müzekkerelerin yetersizliklerine karşın insan hakları aktivistleri olarak fiili çatışmasızlığın devamı neticesinde ölümlerin olmamasının güzel ve toplum adına gelecekten umutlu olduğumuzu belirtmek istiyoruz. Tüm eksik ve gediklerine karşın İnsan hakları aktivistleri olarak savunduğumuz ilkelerimizden biri olan;’Her zaman ve her koşulda savaşa ve militarizme karşı olma; barış hakkını savunma’ ilkesinden hareketle devam eden ‘Barış Görüşmeleri’ni desteklediğimizi, bu kapsamda taraflarca atılan adımları yeterli görmesek de takdir ediyoruz. Kalıcı Barışa dönük olarak Batman ilinde başlatılan ve Kobani sınırında devam eden ‘Barış Anneleri’nin çadır kurma ve oturma etkinliğini desteklediğimizi ve barışa ulaşma konusunda kamuoyunda duyarlık yaratarak dikkatleri çektiğini düşünmekteyiz.


-HÜKÜMET BARIŞ ANNELERİYLE DE GÖRÜŞMELİ-
Mazlum-Der Batman Şube Başkanı Hasan Argünağa, Yaklaşık 30 yıldır süren bu savaşta çok acıların yaşandığını, evlatlarını bu kirli savaşa kurban vermelerine rağmen kin, nefret, öfke ve en önemlisi intikam hissiyle hareket etmeyen, aksine ‘barış’ diye kamuoyuna çağrıda bulunan Barış Anneleri’ni önemsediklerini söyledi. Argünağa, Barış Süreci ve Barış Anneleri’yle ilgili değerlendirmesine şöyle devam etti;
“Ülkemizin en önemli sorunlarının çözümünün, sadece demokratik ve barışçıl yöntemlerden geçtiğine inanan biriyim. Bunun dışındaki yöntemler çözümsüzlüğe hizmettir. Adaleti gözetmeyen sisteme karşı tepki hareketlerinin olması bir realitedir. Ülkemizde otuz yıldır devam eden düşük yoğunluklu savaşın nedeni, adaleti gözetmeyen, bir halkın varlığını inkâr eden sisteme gösterilen tepkidir. Geçen 30 yıllık süreçte her türlü gayri ahlaki ve gayrı insani yöntemler de denenmiş olmasına rağmen sorun çözümlenmemiştir. Ayrıntısını vermeyi gereksiz gördüğüm köy boşaltma ve yakmalar, faili meçhullerle sindirmeler, her türlü insan hakları ihlalleri gibi yöntemlere rağmen sorun büyümüştür. Mazlum-Der olarak, yaklaşık bir buçuk yıl önce Ülke gündemine giren Çözüm Süreci’ni çok olumlu bir adım ve gelişme olarak değerlendiriyoruz. Hükümetin, akan kanın durdurulması, silahların tamamen susması ve Kürt sorununun kalıcı çözümünü hedefleyen sürecin başarıya ulaşması için İHD, THİV ve Mazlum-Der Genel Merkezi ile istişareler yapmıştır. Bizler Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözümünü amaçlayan, ‘barış süreci’ adıyla kitlelerin de desteğini alan hamleyi açıkça destekliyoruz. Hükümetin inisiyatifiyle BDP-HDP, İmralı ve Kandil ile yürütülen müzakere ve görüşmeler önemlidir. Geçen bir buçuk yıllık zaman sürecinde PKK ile askerler arasında tek bir ölümlü çatışmanın yaşanmamış olması, tarafların süreci önemsediğinin göstergesidir. Hükümetin hazırladığı 6 maddelik çerçeve yasa tasarısının Mecliste kabul edilmesi ardından Cumhurbaşkanı tarafından onaylanıp yürürlüğe girmesiyle ilk kez sorunun çözümüme hizmet için yasal bir zemin oluşturulmuştur. Bu çerçeve yasa ile hükümetin eli güçlenmiştir. Mazlum-Der olarak, çözüm sürecinin başarıya ulaşması için başta anadilde eğitim olmak üzere hükümet tarafından önemli adımların atılması gerektiğine inanıyoruz.
Yaklaşık 30 yıldır süren kirli savaşta çok acı dramlar, trajediler yaşanmıştır. Birkaç yıldır kamuoyuna mesaj veren gözü yaşlı annelerimiz gerçeğini biliyorsunuz. Yıllar önce ‘Cumartesi Anneleri’ olarak bildiğimiz annelerin hak arayışını destekliyoruz. Ülkemizin kanayan yarasının tedavisi için Barış Annelerinin verdiği mesaja kulak verilmelidir. Evlatlarını kirli savaşa kurban vermelerine rağmen kin, nefret, öfke ve en önemlisi intikam hissiyle hareket etmeyen, aksine ‘barış’ diye kamuoyuna çağrıda bulunan Barış Anneleri’ni önemsiyoruz. Hükümetin Barış Anneleriyle de görüşmeler yapmasında fayda görüyoruz.”