Malum geçen hafta cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Afrika’da, başbakan Ahmet Davutoğlu ise Davos’ta ülkemizi temsil etmekle meşguldü.
Cumhurbaşkanı Cibuti’den yaptığı açıklamalarda “AB kapılarında dilenen ülke olmayacağımızı aslında AB ülkelerini test ettiklerini” belirtirken Başbakan Davosta “Türkiye AB için şifadır” dedi.
Afrika ülkeleri bilindiği gibi dünyanın en geri kalmış ülkeleri arasında yer alan ülkeler. Hala kabile savaşları ile meşguller ve birkaç örnek dışında kendi kendine yeten ülkeler arasında bulunmamaktadırlar. Halkları değiş inançlara sahip elbette aralarında dindaşlarımız da bulunmakta. Ancak gerek insan hakları bakımından, gerekse demokrasi bakımından bırakalım sınıf geçmeyi sınıfa girme konusunda dahi eksiklikleri bulunmaktadır.
Lakin bu durum bu ülkelerle ilişki geliştirilmeyeceği manasına gelmiyor. Elbette uluslar arası kurallar çerçevesinde bütün ülkelerle dostane ilişkiler geliştirmek en güzel davranış olacaktır. Etiyopya, Cibuti, Somali gibi ülkelerde ziyaretlerde bulunan cumhurbaşkanının bildiği bir şeyler var elbet.
Öbür tarafta ise Avrupa ülkeleri ve Davos meselesi var. Yani Sayın Başbakanın şifa olacağımızı belirttiği AB ülkeleri. Dünyanın ekonomi, demokrasi, insan hakları konusunda ilerlemiş ülkelerinin kurdukları bir çatıdan bahsediyoruz.
Başbakan Türkiyenin artık kapıda dilenecek ülke olmadığımızı belirtirken aynı zamanda AB ülkeleri arasındaki yerimizi alacağımızı da belirtmekten geri durmuyor ancak sayın cumhurbaşkanının açıklamalarını dinlediğinizde bize muhtaç olan bir AB görüntüsü ile karşı karşıya kalıyoruz.
Peki, doğrusu ne?
Ülkemizin geleceğini planlarken yüzümüze doğuya, güneye, kuzeye, batıya çevirmeye çalışırken neyi dikkate almalıyız?
Avrupa Birliği sürmekte olan katılım müzakerelerinde her fasıl başlığı açıldığında neden bizden bir sürü düzenleme yapmamızı istiyor. Eğer söylendiği gibi onlarla aynı kategoride bulunuyorsak o zaman bu sıkıntıların nedeni ne?
Müslüman bir ülke olduğumuz için mi bizi almıyorlar yoksa gerçekten eksiklikleri gidermediğimiz için mi bu kadar uzun süren bir süreç yaşıyoruz?
Adalet ve Kalkınma Partisinin muhafazakâr demokrat bir parti olduğu açık. Zaten kendileri de tanıtımlarında buna özellikle vurgu yapıyorlar. Uygulamalarına bakıldığında da eğitim sisteminden sosyal yaşamın dizayn edilmesine kadar birçok alanda dini değerleri ön planda tutan ve toplumu bu alana yönlendiren uygulamalar var. Bir yandan Osmanlıcılık oyunu oynanırken bir diğer taraftan İslami değerler kullanılarak iktidar perçinleştiriliyor. Yani inanç üzerine kurulu bir düzenlemeler zinciri gerçekleştiriliyorken öbür yandan neden demokratik ilkeleri ön planda tutan Avrupa Birliği bizi hemen üye yapmıyor diye yakınıyoruz.
Eğri oturup doğru konuşmak lazım.
AKP iktidarları döneminde ekonomideki düzelmeler sayesinde bir rahatlama yaşandı. Ardından da sıkıyönetim ve olağanüstü hal uygulamalarından çıkan bir ülkede normale dönüş çabaları çerçevesinde bir soluk alındı ama izlenen yol bu fırsatların demokrasiyi ilerletme yolu olması gerekirken yönümüzü değiştiren uygulamalar oldu. Özellikle üçüncü dönem seçim kazanan AK parti artık bazı hedeflerini saklamadan dillendirmeye başladı. Çıraklık, kalfalık ve ustalık dönemi derken şimdi tartışmalar rejim meselesine gelip takıldı. Her atılan olumlu adımın yanında AKP’yi hedeflerine yönelten en az iki adım atılıyor. Cumhuriyeti Osmanlı döneminin reklam arası olarak yorumlayanlardan, başkanlık sistemine kadar bir dizi konu gündemde.
Bütün bunlar bizi asıl meseleye getiriyor. Türkiye yönünü ne tarafa çevirmelidir. Batının ilerlemiş medeniyetinden, insan hakları ve demokrasideki iyi yönlerinden mi feyz alacağız yoksa İslam ülkelerindeki tek adam ve totaliter rejimlere doğru mu yön almaya başlayacağız. Daha doğru bir tanımlama ile bir Ortadoğu ülkesi olmaya ve kalmaya mı başlayacağız yoksa medeni dünya ile buluşan ve birleşen bir ülke mi olacağız?
Nerede bulunursak bulunalım elbette onurumuzu, inançlarımızı, değerlerimizi koruyan bir ülke olmak durumumdayız. Ancak gelişen dünyadan geri kalmamak için artık Ortadoğu bataklığına saplanmak zorunda bırakılan bir ülke olmamamız gerekiyor.
Somali’den, Etiyopya’dan, Cibuti’den AB ülkelerine seslenerek rest çekmek çok da mantıklı bir çıkış olarak görülmüyor. Bu çıkışlar insanların duygularına hitap edebilir ancak aklı olan hiçbir insanın evet bunlar mantıklı çıkışlar demesine imkân tanımaz. Almanya’yı dışlayan Cibuti ile birleşen bir ülke düşünün sizce mantıklı bir tercih mi?