Kriz dönemleri boşluk kaldırmaz. Eğer siz en ufak bir boşluk için imkan ve ihtimal bırakırsanız biri gelir sizin düzeninizi yerle bir eder ve kenara çekilip sırıtarak manzarayı seyreder.

İşte bu nedenledir ki biz her gün yazdığımız yazılarda başta yöneticiler olmak üzere herkesi aklı selim düşünmeye ve sorunları çözmeye davet ediyoruz.

Bir ülke ateş çemberi içinde bulunuyorsa ve içindeki ateş alevlenmeye müsait ise esen veya esecek olan rüzgarlardan ürkmelidir.

Türkiye bu durumda olan bir ülke.

Tarihsel hataları, yanlış uygulanan politikaları var bu ülkenin. Kendi gerçeklerine yabancı kendi insanına düşman bir mantığı dayatanları var. Bu nedenle sahip olduğu gücü ve potansiyeli kullanamıyor.

Her toparlanma döneminde birileri en hassas olan yarasına parmak basar ve acılar içinde kıvranmasına neden olur.

Bu nedenle kendi gerçeklerimizle yüzleşmemiz gerekiyor. Bu yüzleşme gönül isterdi ki canlar yanmadan, gençler toprağa düşmeden, ocaklar sönmeden gerçekleşsin. Ancak her umut doğduğunda birileri rehavete kapılır ve umutların başka bahara kalmasına neden olur.

Çözüm süreci son 40 yıllık tarihimizin en umutlu adımı olmuştur. Kürt sorununun aşılması demek ülke kaynaklarının yatırıma dönüşmesi, huzurun gelmesi, ülkemizin bölgesinin lideri olmasına neden olacak adımların atılması demekti. Yüzyıllık acıların bir kenara bırakılarak yeniden birlik ve beraberlik içinde kaynaşmak demek ancak ortaya çıkan boşluğu kaosa çevirmeye çalışanlara çanak tutmak için birileri kazanın altına ateş sürmeyi ihmal etmiyor.

Bu ülkenin hassasiyetleri var ama bu ülkenin insanlarının da hassasiyetlerinin olduğunu unutmamak lazım. Devlet sadece kendini korumak için var olamaz. Devlet aynı zamanda insanlarının mutluluğunu korumak ve kollamak için de var olmak zorundadır. Kendi yurttaşını kendisi için tehlike ve düşman olarak gören bir devlet anlayışı sürdürülemez.

İnsanlarımızı etnik yapıları, dinsel inançları, mezhepsel davranışları, bölgesel farklılıkları nedeniyle potansiyel suçlu olarak görme lüksüne sahip olamayız.

Zora dayalı bir mantık ile vatandaşlarımızın özgürlüklerini kısıtlayarak bölgemizin lideri olamayız. Bu nedenle vatandaşın zihnine artık devletin kendileri için var olduğunu yerleştirmemiz ve korkusunu yıkmamız gerekiyor.

Karadeniz’deki ağaçların kesilmesine, yeşil doğanın katledilmesine karşı çıkan Havva ana “Ben halkım devlet benim için var” diyordu. Suruç’ta DAIŞ Çetesinin bombasına kurban giden 32 insanımız ülkenin değişik illerinden gelerek biz halkız ve halklarla dayanışma içinde olacağız diyordu. Ama halklarımızın kaynaşmasını istemeyenler “birlikte olursanız, dayanışma içinde olursanız sizi uçururuz” dediler.

Ya bu tehditlere boyun eğeceğiz ya da dayanışma örneği sergileyerek bu katillere karşı dik durup meydan okuyacağız. Sanırız ikinci tercih en doğru yoldur.

Bu durumda gösterilmesi gereken dayanışma ve birliktelik tavrını tamda görme zamanıdır. Olayın yaşandığı günün ertesinde ülkede çıkan gazetelerin manşetlerine baktık. Utanmadan, sıkılmadan yanlış ve yalan manşet atan gazeteler gördük. Yüzleri kızarmamış, vicdanları sızlamamış, katillerin ekmeğine yağ sürmekten geri durmamışlardır. Lafa gelince de kendilerini ülkenin yegane sahibi gösteren tavırları ile nutuk atmaktan da geri durmuyorlar. Oysa maskeleri düştüğünde ne mal oldukları herkes tarafından görülüyor. İzledikleri deve kuşu politikası açıkta kalan kıçlarını gizleyemiyor.

Şimdi dayanışma zamanı.

Şimdi adil olma ve adalet arama zamanı.

Bunu en iyi gösterecek olanlar ise seçerek meclise gönderdiğimiz vekillerimiz gösterebilir ve örnek olabilirler. Meclis başkanı başkanlığında bütün partilerin üyeleri olan vekiller olay yerine gidip Çeteyi kınayan açıklamaları yapmaları gerekiyor.

Bu insanlık için gerekli.

Bu yeniden toparlanmak için gerekli.

Bu mecliste yaptıkları yemin için gerekli.

Ne demişlerdi yemen ederken; “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik cumhuriyete ve 
Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasa'ya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim”

Eğer söylendiği gibi milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanma ülküsünden hareketle yola çıkacaklarsa yeminlerini gerçekleştirmeleri için ellerinde fırsat var.

Çünkü yaşam hakkı en temel insan hakkı olarak listenin başında olan bir hak. Bakalım her seferinde fedakârlık bekleyenler görevlerini yapacaklar mı?