Dünya her alanda ilerliyor ve gelişmeler kaydediyor. Bu güne kadar denenmiş yönetim modelleri ile yönetilen ülkelerin olumlu yanları alınarak daha iyi, adil ve özgürlükçü bir yönetim modelinin oluşturulması için çabalar sarf ediliyor.

Bugüne kadar yaşanan iki dünya savaşından ve bölgesel savaşlardan dersler çıkarılarak şiddetin önlenmesi için ve insanların acı çekmemesi için olumlu sonuçlara varılmak isteniyor.

Bu konuda bir hayli ilerleme kaydedilmiş olmasına rağmen yine de yeterli adımların atılmış olduğunu söylemek mümkün değil.

Dünyanın yönetim şekillerine bakıldığında doğudan batıya doğru gidildikçe insan hakları ve özgürlükler konusunun daha gelişkin olduğunu belirtmek yanlış olmayacaktır.

Elbette her sistemin iyi yanlarının yanında eksik yanları da bulunmaktadır. Ülkeler insanlarının sosyal ve siyasal inançlarına ve değerlerine göre kendilerine uygun gördükleri yönetim modeli ile yönetilmeye çabalıyor.

Lakin işin bir de iktidar ve güç yanı var. Gücü elinde bulunduranlar ülkenin yönetim şekline göre bu gücü elinden bırakmamak için yönetilenlere baskılar uyguluyor ve korkutma ve sindirme politikaları ile kendi hükümranlıklarını sürdürmeye çabalıyor.

İşte tam da bu yönetimin el değiştirme meselesinde demokratik ilkeler devreye giriyor. Demokrasi ile idare edilen ülkelerde yurttaşlar beğenmedikleri iktidarları değiştirip yerine başka bir siyasal anlayışı getirebilme şansına sahiptirler. Bunun en güzel yanı ise bu değişimin kan dökülmeden, ortalık darmadağın edilmeden sandıkta kullanılan oylarla gerçekleştirilmesidir. Demokratik olmayan ülkelerde ise ne yazık ki bu değişim darbe ve isyanlarla gerçekleştirilmekte ve bu değişim insanların canlarına mal olmaktadır. Yeni gelenlerin akıbeti de bir öncekinden farklı olmamaktadır.

Ülkemizde de demokratik ilkeler geçerli olduğu halde dönem dönem iktidardakilerin iktidar ile yetinmeyip rejimi ve sistemi tehlikeye düşüren tutum ve davranışları veya gücü elinde bulunduranların sandıkla iktidara gelme güçlerinin olmadığı dönemlerde iktidarın zorla değiştirilmesine neden olduğu biliniyor. Bunun en somut örneği yaşadığımız askeri darbelerdir.

Türkiye ne yazık ki kendi gerçekleri ile örtüşmeyen bir yasal mevzuat ve siyasal pratikle yönetilmektedir. Anayasamız yamalı bohçaya dönüştürülmüş bir darbe anayasasıdır. Siyasal partilerimizin yine bu yasalardan kaynaklanan baraj sistemleri nedeniyle halk temsilliyetini tam olarak yansıtmamaktadır. Yeni bir millet yaratma sevdası nedeniyle ülkemizin gerçek sahibi olan etnik kökenler yok sayılmış ve değiştirilmek istenmiştir. Gelir ve toprak dağılımındaki adaletsizlikten söz etmeye bile gerek yoktur.

Her ne kadar çok partili bir siyasal sistemle yönetilmekte isek de parlamenter sistemde sıkıntılarımızın da olduğu bir gerçek.

Bu nedenlerle ülkemizin yeni bir anayasaya ve değişime ihtiyacı olduğu açık. Lakin bu değişimin nasıl olacağı konusunda hemfikir değiliz.

Değişimi demokratik ilkeler, adalet, eşitlik anlayışını temel alarak ve uzlaşmayla mı sağlamalıyız yokta din ve milliyetçiliği ön plana alarak vatan, bayrak, ezan edebiyatı yapıp halkın duygularını yönlendirip uzlaşma sağlamadan sokak baskısıyla mı?

Veyahut ülkeyi savaş kaosuna sokup insanları ölüm ile sıtma arasında tercihe zorlayıp sistem değişikliğini güçlünün lehine göre mi düzenlemeliyiz?

Bu ülke için hangi yol doğru yoldur?

Başka bir söylem ile bu ülkenin birlik ve beraberliğini bozmadan, temel kültürel ve inanç değerlerini koruyup saygı duyarak, farklılıkları kabul edip zenginlik sayarak demokratik bir değişim ve dönüşüm mümkün olabilir mi?

Bize göre olabilir. Türkiye kendisine gerekli olan değişimi kendi dinamiklerini kullanarak gerçekleştirebilir. Lakin bunun için ülkeyi yönetenlerin, siyasi partilerin ve yurttaşların üzerlerine döşen görevlerini fedakârlıkla yerine getirmeleri gerekiyor. Kimse kimseyi ret etmeden, haksızlık etmeden, zorlamadan…

Peki, durum böyle iken neden köklü bir değişimden korkmaktayız?

Korkuyoruz çünkü herkesin derdi üzüm yemek değil bu ülkede. Birileri bağı komple yerinden alıp kendi mülkü hanesine yazmak istiyor. İktidara gelenin iktidardan ayrılmaması korkusu var. Bugüne kadar bin bir emekle elde edilmiş olan demokratik kazanımların ve özgürlüklerin elden alınması korkusu yaşıyor ülkemin vatandaşları.

İktidar yandaşlarının ülkenin her alanındaki düzenlemeyi değiştirme hakkını kendilerinde görüyor olmaları. Meclis başkanının bile laiklik konusunda ortaya koymuş olduğu tavırlar. İlahiyat profesörünün bile namaz kılmayanı hayvan olarak nitelendirdiği bir ortamda, muhalefet etmenin darbecilik ile eleştirildiği bir yaklaşım sergilendiğinde insanlar köklü değişimden korkarlar. Daha farklı bir ifade ile korku sadece değişimden kaynaklanmıyor değişimi yapmak isteyenlerin ortaya koydukları tavır değişimden daha fazla korkuttuğu için ülke değişimden korkuyor