Türkiye fırtınalı bir seçim süreci yaşadı. Kimin ne gücü varsa seçim meydanlarında kullandı. Kazanmak için bütün yollar denendi ve sonuçta millet herkesi meclise göndererek  ” hepiniz meclise ama tek başına hiçbiriniz iktidara gidemez” dedi.

Şimdi yeni hükümetin kurulması tartışmaları sürüyor. AKP Genel Başkanı ve başbakan Ahmet Davutoğlu hükümeti kurma ve koalisyonu oluşturmak için çaba sarf edecek. Ancak bu çalışmalar başlamadan çözüm sürecinin tehdit sopası gibi kullanılması çabalarının varlığı rahatsız edici boyutlara geldi. Bu nedenle de çözüm sürecinin ülkenin acil önceliği olduğu noktasını hatırlatmak bir zorunluluk.

Türkiyenin batı yakasını Mayıs 2013 tarihinden bu yana alınan “silahlar sussun fikirler konuşsun” kararı doğrultusunda tabutlar gitmiyor. Bu çözüm süreci kapsamında sürdürülmüş olan ateşkes ve çatışmasızlık ortamının bir sonucudur.

Her gün her kente bir tabutun gittiği

Anaların ağladığı

Yüreklerin yandığı

Ocakların söndüğü zamanlardan bahsediyoruz.

Bu durumdan kaynaklı olarak herkes Türkiye’de artık Kürt sorununun bitirilmesi için gerekil adımların atılması konusunda hemfikir oldu. Çözüm sürecini yürüten AKP Türkiye’de iktidarını perçinledi ve büyük değişiklikler yaparak önemli adımlar da attı. Ancak son dönemde yani Ustalık döneminde ne olduysa usta düzenin sürdürülmesi konusunda başka koordinatlara geçti.

Bu çok tehlikeli bir durumdur ve herkesin dikkat etmesi gerekiyor.

Ortadoğuda ve özellikle sınırdaş olduğumuz alanlarda savaş var. Irak ve Suriye ateş topu gibi. İran’da da muhtelif bir savaşın tamtamları çalıyor. Bu durumda en sakin olan ülke Türkiye.

Neden?

Neden sürmekte olan ateşkes ve çözüm sürecidir.

Bozulursa ne olur?

Bozulursa kötü olur. Kötü olursa da Türkiye tıpkı komşularda olduğu gibi çatışmalı bir ortamın içerisine girer. Demokratikleşme alanında bunca yıldır atılan adımlar ve sağlanan kazanımlar ile özgürlükler ortamı tamamen ortadan kalkar. Büyük oranlı insan hakları ihlali yaşanır. Büyük tutuklama furyaları ve baskılar oluşur ve tabi buna karşı tepkiler gelişir. Bugünkü ortama dönmek için bile büyük çabaların gösterilmesi gerekecek. Taraflar birbirini suçlayacak ve gerekli adımların atılmamasından karşı tarafı sorumlu tutma çabalarına girişecek.

Peki, buna gerek var mı?

Bize göre gerek yok. Görüşmelere ve sürecin ilerletilmesine kalındığı yerden devam edilmesi gerekiyor. Ülkedeki vatandaşta büyük gerginlikler var. Batı yakasına tabutlar gitmiyor diye bir duyarsızlık söz konusu olabilir ama doğu yakasında durum böyle değil.

Doğu yakasına savaştan kaynaklı olarak her gün her il’e birer ikişer tabut geliyor ve vatandaşın tepkisi çok büyük. Rojava hassasiyeti biraz da bundan kaynaklı.

Türkiye’de çatışmaların sürdüğü dönemlerde batıya giden tabutlar nedeniyle vatandaş nasıl tepkili idiyse şimdi doğuda da aynı durum yaşanıyor. Kürtler bir bütün olarak bir savaş alanındadır ve duyarlılıkları artmıştır. Bu nedenle bu alanla ilgili kararlar alınırken bu hassasiyetin iyi anlaşılmasında fayda bulunmaktadır.

Bu hassasiyet değerlendirilirken kimsenin çözüm sürecini koz olarak kullanmaması gerekiyor. ”Bende sonrası  tufan” mantığı ülkeyi de insanlarımızı da büyük zarara uğratır. Tansu Çiler döneminin “ya devlet başa ya kuzgun leşe” dönemini hatırlayalım. Bütün zıt konuşmalara rağmen bugüne kadar çözüm sürecinin devam edeceğine ilişkin umutlar henüz bitmiş değil. Vatandaş hükümet kurulduğunda sürecin tekrar süreceğine olan inancını sürdürüyor. Çünkü mantık bundan başka yol göstermiyor.

Bu nedenle Türkiye için mücadele ettiğini söyleyen siyasi partilerin ve liderlerinin eğer dertleri koltuk değil de ülke ise çözüm sürecinin bitirilmesini hükümeti kurmanın bir şartı olarak öne sürmemeleri gerekiyor. Çünkü çözüm süreci biterse beraberinde birçok şey de biter.

Büyük ülke olmak, güçlü bir orduya sahip olmak, askerleri hazır kıta bekletmek, ülkenin gücüne güvenerek savaşa girişmek akıllı bir hareket gibi görünmüyor. Buna karşılık elindeki silahlı güce güvenip benim şartlarım geçmişten daha iyi savaşmaya devam ederim mantığı da sağlıklı bir mantık değil. En iyi mantık gelinen aşama itibariyle çözümün sürdürülmesi için gerekli adımları atma mantığıdır.

Tarafların da bu gerçeği görmesi gerekiyor. Uçaklarla, uçaksavarlarla, taciz ateşleriyle, bombardımanlarla, katır katliamları ile konuşma yerine doğrudan görüşmeler yapmak ve konuşmak daha tutarlı bir yol olacaktır.

Aksi durumda bir hükümetten ve istikrardan daha fazlasını yitirmek söz konusudur.